Çok Yorum Alan Yazılar

Astrolojiye giriş

Bilimle iç içe yaşayan bir insan olarak bilime inancımı anlatma gereği duymuyorum. Hayatın anlamı bilimdir. Biz insanlar da bunu kavramış ve bilim ile bugünlere kadar gelmiş durumdayız. Pozitif bilimler denen bilim dalları ön plana çıkmış, binlerce yıldır var olan farklı yaklaşımlar da zaman içinde “batıl inanç” olarak damgalanmış ve birçok insan tarafından kenara itilmiş durumda.


Türkiye'de bir uzaylı

Olan olayları çok fazla anlayamadığım, teoriler üretemediğim, altta yatan derinliklere ulaşamadığım doğrudur. Gerçek şu ki çoğumuz itiraf edemese bile “gerçek” bilmediğimiz ve belki de asla bilemeyeceğimiz değişkenlerle sürekli değişen bir durumdur. 

Politikayla hiçbir zaman anlaşmadığımız, daha doğrusu kendisini anlayamadığım için seviyeli bir ilişki sürdürdüğümüz de doğrudur… Fakat ben bu ülkeye 10 yaşında geldim. 10 yaşıma kadar annemin çabalarına rağmen bu dil ve kültürden oldukça -fersahlarca- uzaktım. Kardeşlerimle birlikte bu yapboz bilmecesi ülkeye alışmaya çalıştık. Her birimiz farklı şekilde ifade etti kendini. Belki içe dönük yapım da etkili oldu ama kendimi derslere ve başarıya odakladım. Ve adapte olmaya… Bu savaş öyle çetindi ki üniversite yıllarına kadar ülkenin sorunlarından, yönetiminden, siyasi yapısından habersizdim. Ve çok zor bir süreçti. Ama bu süreç doksanlarda yaşandı. Geldiğim ülkede birçok milletten gelmiş insan bir yere toplanmış ve “Avustralya”lı algısını oluşturmuşlardı. Ve Türkiye’ye geldiğimizde sudan çıkmış balık veya Sting’İn dediği gibi “Legal Alien” konumunda dile, insanlara, kültüre, eğitim müfredatına, yaşam şekline, sınırlanmış özgürlüklere alışmakta epeyce zorlandık. Fakat başardık; çünkü Türkiye de “Türkiye”li algısını taşıyan bir ülkeydi. Seven herkes için memleketti, ve çoğu insan kalp temizliğinle yetinirdi seni kabullenmek için. 

Evet doğrudur, ben hümanistim. Öyle doğdum, öyle öleceğim. Cuma günü yaşanan olaylarda kalkışılamamasına çok sevindim ama çok da umutsuzlaştım. Bir tehdit yaşandıysa bu hepimizin tehdidiydi ve bunu böyle algılamak yerine bölündük. Birbirimizi kırdık, dövdük, öldürdük. Beni bütün farklılıklarımla kabul eden ülkeye ne oldu? Üniversite yıllarımda Anadolu’nun farklı şehirlerinde geçirdiğim zamanlarda her kesimden ve gönülden arkadaşım ve dostum oldu. O ülkeye ne oldu? Listemden birisi yazmış “sonuna kadar idam, herkesin cezasını çekmeli” diye… İdam mı? İnsan öldürmek en büyük suç ve günah olabilir ama kanımca insanı öldürmekten beter eden suçlar da var ki bunlar dahi idam edilemez. Dini dayanak aldığını savunanlar; dinde Allahın verdiği canı almak günah değil midir? İnsanlığa sığınanlar; idamı istemek hangi insani duyguyla örtüşür? Çok başarısız bir ırk değil miyiz? Bunca yıldır yaşadık, okuduk, öğrendik, keşfettik, düzenler, sistemler, birlikler kurduk… Ne için? İdama dönmek için mi? Bunca yıllık çabamız ruhumuzun savaşı boşa mıydı? Yine toprak, güç ve paranın kölesi olarak güçlü olanın güçsüz öldürdüğü bir yaşamı mı istiyoruz? Acaba insanlık olarak ruhumuz hiç evrilmedi mi? Hep böyleydik, süslerle gizledik mi? 

Canım Türkiye’m ben seni çok sevdim, sen de beni kabullendin, bağrına bastın ve ayırmadan sevdin. Şimdi sorun sende değil bende, değişen sen değilsin benim, biraz zamana ihtiyacım var, ciddi bir ilişkiyi yeni bitirdim… Çeşitli klişe kalıplarla seni kırmadan uzaklaştırmak istiyorum ama elimde değil; çünkü Türkiye’m sen çok değiştin!!! 

Bunu en iyi anlayabilecek insanlardan biri benim; ben bu dili, dini, kültürü bilmez ve anlamaz iken bile çok daha özgür, rahat ve memleketimde hissediyordum kendimi, şimdi aradan 23 yıl geçti ve artık o rahatlığım yok. Artık hiç kimse kendini evinde gibi hissetmiyor bu ülkede…



Hiçbir yer

Konu yaşamak istememek değil… Tersine aslında… Konu bu dünyada bu düzende bu sistemde yaşamak istememek…  Böyle bir halde hiçbir yerde olmamak güzel bir konum olmalı.  Birçok din, felsefe ve/veya hayat görüşünün ulaşmak istediği noktanın özeti bu belki de. Hiçbir yerde hem hiçlik var hem de kaynakla birlik. Hem tamamen kendinlesin hem de tamamen boşlukta. Hiçbir ihtiyacın yok, hiçbir filtren yok, hiçbir arzuya bağımlı değilsin. Yaşamın anlamsızlığı değil anlamı hiçlikte bence. Hele o hiçliğe arada ziyaret edip geri gelebilenler anlamlı gibi görünen yaşam karmaşasına belki daha kolay katlanabilirler. Belki astral seyahat, belki meditasyon, belki  de dua ile…

Arada bir kaçıp bu hiçlikte tatil yapabilmenin peşindeyim.

Yoksa beni kim inandırabilir gitgide yükselen binaların-avmlerin-plastiğin gerekliliğine?? Kuralsız- düzensiz toplumlar kuramayışımızın sebebinin DNA’mıza işlenmiş medeniyetsizliğimiz olduğunu bilerek insanoğlunun kibrine nasıl katlanabilirim?

Muhteşem bir “sihir” olarak gördüğüm bilimin sadece ve sadece var olan her canlıya eziyet ve cinayet amacında olduğunu nasıl görmeyebilirim?

Var olmamın “iyi” bir şey olduğunu, yaşayarak insanlık olarak iyi bir şey yaptığımızı ruhen ve zihnen kim kanıtlayabilir…

Belki de “hiçbir yerde” bu soruların cevabı vardır. Bir gün hepimizin olacağı yerde.   


Mutlulaşmak

Mutlulaşmak

Bir insan her zaman mutlu olamaz, kabul. Zaten bu durum mutluluk tanımını değiştirir kanımca. İnsan zorla da mutlu edemez kendini ancak mutlulaşabilir bence. Bu kavramı ben uydurmuş olabilirim belki. Mutlulaşmanın faydalarını ve yöntemini de aktarmak istiyorum şimdi : ) Diyelim ki bir sabah uyandınız ve çok mutsuz hissediyorsunuz kendinizi. Bunun sebebi yaşadığınız bir olay, kafanızdan atamadığınız bir düşünce ya da kapılıp kaldığınız bir duygu olabilir. Fizyolojik olabilir, psikolojik olabilir, ilaç etkisi olabilir, hormonal olabilir… Sebep her neyse… Bir şekilde de gününüze devam etmek zorundasınız. Sürekli dairede dönen hamster gibi devam etmek zorundasınız. Bu suni dünyanın yapma ve saçma bir kuralı olsa da fikirlerinizden bir anda o düzenden sıyrılabilecek gibi de değilseniz o anda, devam etmek zorundasınız. Mutluluğu içinizde bulun demeyeceğim. O uğraş daha kronik-uzun süreli-hayat hedefli-sürekli bir amaç… Bizim durumumuz ise akut, birden gelişen ani bir mutsuzluk durumu. Çözümüz de ancak anlık, günlük veya idareten olabilir. Evrimle biz çok garipleştik. İnsanoğlu çok garipleşti. Bazen –hatta çoğu zaman- neyi neden hissettiğimizi bile anlayamayız… Bırakın dünyayı anlamayı, bilimi, politikayı, enerjileri, dengeleri anlamayı, kendimizi anlayama çalışarak analiz içinde kafayı yemiş bir ömür geçirebiliriz. Bilirim ben, o analiz sınırı aştı mı, o çizgiyi geçtik mi, özeleştiri yapıcı halden çıkar da artık… Ama demem şu ki bazen neden mutsuz olduğumuzu bile bilemeyiz. Eğer beynimiz daha basit bir düzeyde çalışıyorsa günlük olaylara, insanlara atfedebilir buna inanabiliriz; eğer o anda duygu-durumumuz analize müsait değilse yine aynı şeyi yapabiliriz… Durup bir düşünmek, Tıp’ta dendiği gibi ‘Önce Zarar vermemek’ v.s gibi gerekliliklere hele hiç girmiyorum. Diyorum ki, diyelim ki mutsuzuz, aniden, beklemeden sebepsiz veya sebepli yere mutsuzlaştık. O zaman ne yapacağız??? Mutlulaşacağız. “I need to get Happy” diyeceğiz. Nasıl mı? Mesela benim için en etkili olan yöntemlerden biri müziktir. Bilirim ki mutsuzken, insan onu mutlu edecek her şeyden de kaçmak ister. Sanki o melankoli içinde kendine acımaya devam etmek ister. Üşenmeyeceğiz, ruhumuz söz konusuysa üşenmek yok… Müzik ise en canlandırıcı, gaza getiren müziğimizi dinleyeceğiz… Kahveyse bardak üstüne bardak içeceğiz… Kendimizi ifade etmekse; sayfalarca yazacağız ya da konuşacağız… Su ise su, duş ise duş, koşu ise koşu, masaj ise masaj… Kişiye özel yöntem her ne ise… O. Ha o yönteme ulaşabileceğimiz ortamda değilsek çok küçük değişikliklerle o koşullara ulaşmanın yolunu bulacağız, kısa süreli de olsa ortam değiştireceğiz… Köklü değişimlerden bahsetmiyorum, atla deve değil, yapılabilir şeyler bunlar.

Hadi mutlulaşma zamanı… Dünya başımıza yıkılmış mı hissediyoruz?? Kafamızdan atılamayacak dertlerimiz mi var? Hiçbir şey yok ama kendimizi kendimiz değil gibi hissediyoruz ve mutsuzluğumuzdan ötürü de suçluluk mu hissediyoruz???

Neyse ne… Bir an için mutlulaşma zamanı. Bu yaşam tuzağından kurtulmanın yolu en azından benim için açık değil, mutluluk kahkaha neşe umut ise bulaşıcıysa… Hadi bir an olsun mutlulaşalım, yayalım.