Yazılar

Siyah Pelerinli Adam ve Hamam

Siyah pelerinli adam ve hamam(07/05/2008)


Aşk masallarının büyüleyiciliğine kapılıp bunu gerçek yapmak isteyen adam, kendi gerçeği ile savaşmak zorunda kalınca; kendi gerçeği yüzünden çok kötü yaralara maruz bırakılınca, çirkinleştiğini zannetti. Bütün bu savaşa rağmen büyüleyici, kültürlü, akıcı, güzel bir adam, güzel bir kalem, gözlere güzel bir şölen dünyaya yetişti. Herkes gördü sevdi, tadına baktı. Kendi dışında.

Siyah pelerinli adamı kapatmaya çalışan kadınlardı
Yanlışı yapan
Siyah pelerinli adam bir kadının olamazdı
Her kadına ulaşmalı her kadının en az bir kere bir aşkı hissetmesini sağlamalıydı,
Böyle yazılar yazdıran.

Kimse bu tür aşklara inanmaya devam edemezdi. Devam edenler kör kalır, aptal denilir arkalarından gülünürdü. Etmeyenler, ya siyah pelerinli adam gibi onların hayaleti peşinde yerinde çürürdü ya da hamama giden, sudan çıkan kadın gibi dalga geçerdi. Bu karakterlerin çok önemli bir ortak noktaları vardı bilmedikleri. İkisi de birer hayalperestti. Doğduklarında, küçüldüklerinde ve büyüdüklerinde bile. Dalar dünyayı kurtardıklarını, sevdiklerini, evlendiklerini, mutlu olduklarını hayal ederler; uyanır, uyanamazlardı. Hayalleri öyle büyüktü ki, gerçek olmayınca bir tanesi kendini suçlamayı ötekisi vazgeçmeyi seçti. Vazgeçen birçok acıyı da geçti.

Osmanlı İmparatorluğunun son padişahı tarafından yaptırıldığı söylenen bir hamama giden iki kadın… Sanki buymuş gibi normali hiç yadırgamadan hamama giden o iki kadın, konuşan iki kadın. Uzun süreli ilişkisi olan Elif: " Ben düğün yapmak istiyorum ama evlenmek istemiyorum, gelinlik giymek istiyorum" der. Düşünürler, acaba birlikte olabilmek için evlenmenin şart olduğu zamanlar ya da hatta erkeklerin evlenmek istemeyip kadınların buna delirdiği zamanlar bile, daha mı iyiydi? Bir mesleğin değil de bir kocanın "altın bilezik" sayıldığı zamanlar daha mı iyiydi? Onlara gerçekten ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda daha mı az düşünüyorduk? Daha mı az konuşuyor, daha mı az terk ediliyor? Daha az mı seviyor? Daha az korkuyor, daha az mı çekip gidiyorduk? Hamamın içine girerken o sıcağa birden alışamadılar, nefesleri kesildi. Hani aşksızlığa uzun zamanlar alışıp birden bire aşka maruz kalınca olanlar gibi. Hamamın tepesi kubbe şeklindeydi ve deliklerle küçük ışık yolları açılmış tavan bu minik penceremsi girintilerle doluydu. Odadan odaya geçtikçe ısı artıyordu. Üç kademe ısı vardı. Sırayla hepsi geçilecekti. En sıcak odanın taşa oturulmayacak kadar sıcak olduğu söyleniyordu. İlk odadan ikincisine geçerken ısı farkını çok hissetmediler. Ateşe atmışlardı bir kere kendilerini, o ateşe atılmayı kabullendikten sonra, altını kim açarsa açsın sıcaklığın artışı çok da hissedilmiyordu. Tıpkı kaynar suya atılan kurbağanın çektiği acı ile normal suya konup yavaş yavaş kaynatılan kurbağa arasındaki fark gibi. Farkına bile varmadan pişerdi insan. Severek, pişerek ve hiç anlamadan ölebilir insan o ateşte. İki kadından daha tombul olan ama hamamın mevcut seyircilerine göre elbette ince olan, bunları aklından geçiriyor hatta dile bile getiriyordu. Çünkü;

Ruhunda bir damla sanat ateşi taşıyan insan
Hayat geldikçe üstüne yaşayamaz
Sorgulamadan
Yazmadan.
Kendini bırakamaz huzura,
Her şeyin altında yatan anlamı
Anlamadan
Yatmasa da anlamlandırmaya çalışmadan.

Anlamlandırmaya çalışmak siyah pelerinli adam ve tombul hamam kızının ortak bir yönü daha idi. Siyah pelerinli adam öyle çekmiş öyle sıkılmıştı ki kendinden, bir tek hareketi daha egodan yaparsa kaybolacaktı tüm anlam. Onun yapacağı her şey ya korkudan ya da aşktan olmalıydı; yapmış olmak için yaptığı şeyleri tüketmişti hayatta, hakkı kalmamıştı öylesine yaşamaya. Buna inanıyordu, bütün gelenleri hak ettiğine de… Yalnız bir şey eksikti göremediği, haklarının bittiğine inanmasındaki güzellik ve saflıktı anlamak istemediği.

Hamam kadınları bir sürü çıplak kadının arasında birbirinin üstüne su döküyor, konuşuyor, gülüşüyorlardı. Her şeyin olduğu gibi hamamın da bir raconu vardı elbet. Önce suyla biraz oynanır, sonra 3. Kademedeki sıcaklığa terfi edilip orada ter atılırdı. Sıcak odadan çıkıp keseye yatılır ve bütün ölü deriler tek tek temizlenir pislikler suyla yıkanır gözenekler yeni pislikleri misafir etmek için sonuna dek açılırdı. Aynı zamanda biraz da ruhlarının temizleneceğini zannederdi hamam kadınları.
Bir tas su dök
Kafandan aşağı
Bir zamanlar yaptığın yediğin her şey havaya karışsın
Hapsetsin onları hamam.

Çünkü siyah pelerinli adam çünkü ile başlayan cümlelerin tanımı idi. Çünkü o gelmeden çok önce çünkü ile başlayan cümleler başlamıştı. Boşu boşuna tüketilmişti çünkü o daha varmadan. Bu kaçınılmazdı artık hayatta. Var olan her şeyimizi çünkü nün en anlamlı olduğu insana saklamak mümkün değil artık. Eksildiğimizi kabullenmek zorundayız hayıflanmadan. Az daha çoktur diye avunmalıyız belki de. En basitten gelen insan yolu en basite gitmek ister çünkü ve belki de. Siyah pelerinli adam çünkü lü cümlelerin eseri olamayacaktı maalesef, çünkü bunun için geçti ama onun için değil, onun için erken bile. Görecek kadar uyanık, görecek kadar hayalperest kalabilse…

Hamam kadınları konuşmaya devam ederken keselenen kadınları izliyorlardı. Memeleri ile yatan kadınların kirleri bir bir atılıyordu. Tombul hamam kızı kendini buna hazırlamaya çalışıyordu. O artık öğrenmişti, o çok uzun zamandır, o kendini bildi bileli çıplak bırakmıyordu hiçbir zaman. Konuşuyordu tombul olan: " Hayal kırıklıklarım öyle büyük ki onları ifade etmek için üstlü sayılara ve öyle fazlalar ki onları hesaplamak için logaritmaya ihtiyacım var artık". "Aslında yapmak istediğim, demek istediğim tek şey, 'her gün her gece sev beni'. Çünkü bir bu var hayatta asla kirletemeyeceğimiz, sevgi. Onu da kirlettik dediğini duyuyorum, ısrar ediyorum, asla kirletemeyiz…". Hamam kızları birbirinin doğum haritasındaki boşlukları dolduran insanlar misali birbirlerinin anlatılarını anlamsız bulmuyorlardı. Elif devam ediyordu:" Öyle dolu ki bu beynim ve öyle anlamıyor ki çoğunluk bunu, bilerek yaptığımı zannediyorlar, yetinmediğimi… Yapmayı denemediğimi, terapiye gitme nedenimin bunu yapmak olduğunu anlamıyorlar. Mükemmel olmasını istediğimi görüyorum, hayatımda olmasını istediğim her şeyimin. Mükemmel yapamayınca korkuyorum. Belki de senin siyah pelerinli adamın kadar cesur değilim ben. Bazı şeyleri mükemmelleştirmek isteyeceğimi, başaramayacağımı sonunu getirecek gücümün olmadığını hissediyorum zaman zaman. Fakat bunu onun gibi baştan kabullenip yaşamamak yerine yaşamaya çalışıyorum onun kadar cesur olmadığımdan." Tombul kız müdahale etmeden duramıyor:" Cesur olsan o zaman korkardım, korkmayan insanın hayatında kaybedecek bir şeyi kalmamış demektir". Elif devam ediyordu:" Doğru söylüyorsun belki ama korkum bile yetmiyor. Mesela eve döndüğümüzde seninle güzel güzel krep yiyeceğiz yatacağız, dinleneceğiz hayatın tadını çıkaracağız. Ama ertesi gün gelecek ve ben daha kendi ruh sağlığımdan emin değilken başkalarının ruh sağlıklarının bana emanet edildiği günler gelecek, daha aşklarımın arkasında sağlam adım duramazken benden bir aile kurmam beklenecek ve ben bütün bunları yaşlandığımın belirtisi olarak göreceğim sadece. Sahilde sırt çantamla kalın kaşlarımla gezinip platonik aşkları dert zannettiğim günleri özleyeceğim". Sustular, iç çektiler.
Gerçek şuydu ki bizim 2 hamam kadını gibi kadınlar, susup duramazdı. Hayat onlara olamazdı. Onlar hayata olmalıydı. Onlar nasıl insanlardı, nasıl anlatsam? Biri masasının üzerindeki deliliği fark edip telefonda arkadaşına söyleme gereği duyan bir düşünür, biri bunları bana yazıp yollasana onları öykü yapacağım diyen bir yazar.

Elifin masasındakiler:

2 İran kedisi.
Kalem kutu
1 kutu diyet kola.
1 boş şişe kola
Salatalık turşusu kavanozu
Varoluşsal psikoterapi kitabı
Tırnak makası
Törpü
1 bardak dibinde kola var, buz erimiş o yüzden içilmemiş
1 defter
1 flashdisk
Telefon
5 lira
Buruşturulmuş peçete
Boğaz pastili
1 su şişesi
1 ayraç
Laptop
Bir de mükemmel arkadaş, mükemmel dost, mükemmel psikolog, vasat evlat, vasat kız
Kardeş vasat sevgili

Ama bakınız; siyah pelerinli adam sanıyordu ki hayat hep ona oluyordu. Sanıyordu ki, her şeyi o yapıyordu, her şey ona yapılıyordu. Kötünün de kötüsü, iyinin yüzkarasıydı sanıyordu. Onu seven herkesi küçük görüyordu böyle düşünerek. İnsan bir kendi sevilmesi, kendi egosu söz konusu olunca aklıyla düşünemezdi, yararlı olamazdı, böyle yapıyordu.

Tombul hamam kızı da inanmıyordu.
Böyle bir güzelliğin harcanmayacağını biliyordu.
İyimserdi, onun yolunu bulacağını biliyordu.
O yolun kendisine bakmadığını biliyordu.
Pelerinli adamın hayranlığının kendine olmadığını anlıyordu.
Onun tekrar uçabilmesini istiyordu gönlü.
Bencildi, bencil değilim diyemezdi yine de bir gün uçacağı gerçeği onu mutlu ediyordu.
Uçup gidecek olsa da yanından onun o gün.
Tombul hamam kızına olan duygularını gösterebilmek için ya ona gelmek ya da bunu toplumsal bir hareketle ortaya dökmek seçeneğinin kulakları acıtıcı güzelliğine fırsat tanınmadan gideceğini biliyordu siyah pelerinli adamın.
Çünkü
Çünkü o çünkü leri hak ediyordu
Ve çünkü
Duyguları hakkında bir haber olan
En az Elif en az siyah pelerinli adam kadar habersiz olan ve korkan tombul kız
Her şeye rağmen
Sanırım
Onu seviyordu.

Sevgi öyle dile düşmemeliydi. Sevgi hep böyle zor ifade edilebilmeliydi. Sevgi tensel yaklaşma ile karıştırılmamalıydı. Tensel yaklaşma iyice anlamsızlaşmıştı. Tekrar anlam kazanana kadar tenler artık yaklaşmayacaklardı.

Üçüncü odaya geçme zamanı gelmişti. Orasının ne kadar sıcak olduğundan söz ediliyordu. Tombul kız fark edemedi birden. Evet mermerler oturulmayacak kadar sıcaktı, evet misafirperver bir Elif dostu yanmasın diye soğuk sularla yıkamıştı her yeri ve yine de sıcaktı ve hatta plastik taslarını; bakır olsun diye imrendikleri plastik taslarını soğuk su çeşmesinden doldurup üstüne oturma gereği duymuşlardı ama yine de o kadar da sıcak değildi sanki. İnanılmaz terlediler. Yeter dediler, keselenmeye döndüklerinde ikinci odaya, anladılar. Meğer insan kendini ateşe bir kere attı mı hissetmeden pişen kurbağa bacağı çorbası misali yavaş yavaş altlarından ısıyı arttıranları fark etmezmiş, ancak öyle bir sıcaktan daha az bir sıcağa dönebilince aslında ne kadar da rahat nefes aldıklarını, ve ne olduğunu bile bilmedikleri bir uğurda, ne kadar uzun olduğunu bilmedikleri bir süre boyunca nefessiz kaldıklarını ancak o zaman anlarlar. Akıllı olan şükreder, güçsüz olan dönmek ister. Bu kadar da basittir.
Midir?
İnsan öyle güçsüz bir varlıktır ki aslında, cümlenin sonunu açıkça noktayla getirdikten sonra bile soru sormaya cüret eder.

İki insan
Senelerdir birbirini az çok bilen iki insan
Başka bir isim koyma gafletinde bulunurlarsa birlikteliklerine
Birbirlerine bakışlarındaki berraklık yok olur.
Sanki bilmez gibi birbirlerini, birbirleri hakkındaki fikirleri konusunda bile şüpheye düşmeye başlarlar.
Yanılırlar.
Aşk yanıltır.
Aşkın ismi bile yanıltır.
Aşkın ismi mi? Yoksa aşk mı onları yanıltan?
Anlayamazlar.

Sonunda keselenme zamanı da gelmişti. Arkadaşının keselenmesini izleyen tombul kadın korkusunu yenip yattı memeleri açık kadının önüne, çünkü artık onun da memeleri ortadaydı. Korktuğu gibi değildi. Biliyordu ki, bütün yalanlar dolanlar hileler oyunlar kadınların dünyasında mevcuttur. Dürüstlük bütün basitliği ile olsa dahi erkeklere mahsustur. Yine de o hamam öyle güzeldi ki. Memeler sadece memeydi, göğüs değildi. Erkeklerin sahnesinde olayın oynanacağı gibi değildi, kadınlar birbirlerinin göğüslerini görüp tahrik olup ellemeye başlamayacaklardı. Kimsenin umurunda değildi, kimsenin memeleri, yağları, kılları, göbeği kimsenin umurunda değildi. Seksi olmak şart değildi. Seksi davranmak saçmaydı. O kadınlardan kimi parasını kazanıyor, kimi rahatlamak istiyor, kimi tedavi oluyor, kimisi ise sadece yıkanıyordu. Hatta parasını kazanmak için bir kadının benim vücudumu keselemesi, masaj yapması gerçeği bile o kadar rahatsız etmiyordu beni. Rahatsız etmesi, mesleğine saygısızlık duymak olurdu. Oysa düşünün genel evlere giden erkekleri; en adam olanları bu işten rahatsızlık duyup yapamıyorlar ve bu onların en adam olanları. Erkeklerin en adam olanı bile karşısına bir kadın geçti mi, onu cinselliğinden ayrı görüp saygı duyamıyor. Çünkü bu doğa kanunlarına aykırı. Orada acıdım bazı kadınlara. Belki de güzel hayatları vardı, ama eminim ki bazılarının da yoktu. Eminim ki bazıları burada çıplak bile olsalar insanlıkları ve sadece insanlıkları ile yargılanırken, eve gidecek bir et parçasına dönecek, bir erkeğin altına yatmak için kendilerine bakacaklardı. Hiç gerek yokken, onlar zaten dünyalar kadar güzelken…

Siyah pelerinli adamı kapatan kadınlardı yanlışı yapan
Öyle ya,
Hissetmese bile onun adımını attığı her yerde aşk bitmeliydi
Hissetmese bile.
Kimse ona herkese aşkı yaşatma misyonunu vermedi
Bu adil olmayan yolu kendi seçti
Yaşatamayınca suç kendinin zannetti.
Hak yoktur oysa ne doğru ne de yanlış
Ne yanlıştır onu kendi için isteyen kadının yaptığı
Ne de yanlıştır onun kendisi için daha iyisi olduğunu bilmesi
Ne korkmasıdır yanlış
Ne de vazgeçmesi.

Ne denir bilinir; tragedya+zaman eder komedya. Trajedilerini dünyanın bütün zamanına rağmen bir noktadan sonra komedi olarak görememektir bir insanı hasta yapan. Başka hiçbir şey değil. Siyah pelerinli adamın yaptığı hiçbir şey hasta damgasını kendisine vurmasına neden değildir bundan başka. Çünkü evren bile onun komediye dönen öyküsünü izlerken kirli ekranından, o hala tüm saflığı ve berraklığıyla trajedi zannediyordur ona her olanı.

Siyah pelerinli adam, tombul hamam kızının bu güne kadar arzuladığı her erkekten bir parça taşıyordu. Öyle ki, sorulsa bunlar ona, bunları listeleyebilir ve hatta aynı parçayı taşıyan erkekle eşleştirebilirdi. Peki ya inanç? O neredeydi. İnanç yoktu. Ayrı ayrı o parçaların sahibi adamlar hep biraz eksikti, bu yüzden kusursuzdular, tehlikesizdiler, gideceklerdi, gitmelerini istediğinde pişman duymayacaktı. Ya o parçalar, ya birleşseler bir adamda… Ne inanabilirdi doğruluğuna, ne gitmesini isteyebilirdi, ne de gittiğinde pişman olmayacağını garantileyebilirdi. Mutlu da olsa, son sondur. Tombul hamam kızı masalların gülünçlüğü ile dalga geçiyor ve onlara inanmıyordu. Ancak eksik aşklar, eksik süreler boyunca eksik mutluluklar verebilirdi.

Siyah pelerinli adam bu gerçeği doğruluyordu, sevsem bile vazgeçerim… Sevsem bile çeker giderim diyordu. Hem de yazıya dökülemeyecek kadar kısa zamanlarda.

Aşk masallarının büyüleyiciliğine kapılıp bunu gerçek yapmak isteyen adam, kendi gerçeği ile savaşmayı öğrendi sonunda; kendi gerçeği yüzünden maruz bırakıldığı kötü yaraları hak etmediğini anladı, güzelleştiğini fark etti. Bu savaşa rağmen bütün cesetlerin arasında ayakta kalan büyüleyici, kültürlü, akıcı, güçlü, gururlu güzel adama, güzel kaleme, gözlere sergilenen güzel şölene baktı ve gurur duydu. Herkes gördü, sevdi, tadına baktı. Kendi bile.

Gerçek mi? Şüpheyle baktığını görüyorum. Masallara ve mutlu sonlara alayla bakan tombul hamam kadını en azından şunu biliyordu, onun kalbinden geçtiyse bu son, bu son olacaktı. Bu inanç değildi, bu hayalperestlik değildi. Bu deneyimin tam kendisiydi. Bugüne kadar olmuş olanlardı. Bugüne kadar olanlar yarın da devam edecekti.

Masallar yanlış değil sadece terstir…
Uyuyan güzel neden güzeldir;

Uyuyorsun
Güzelliğin bu nedenden
İçinde yaşadığın dünyayı bilip de
Güzel kalamazdın sen.

Çirkin ve güzel masalında bir iğrençlik abidesi olarak yansıtılan çirkin güzelden katlarca güzeldir aslında. Eğer güzel onu çirkinliğine rağmen sevdiyse, bir başka bildiği, bir başka çıkarı vardır, çirkin onun bu yüzünü bilmesine rağmen onu sevdiyse ondan katlarca güzeldir.
Küçük denizkızı mı? Yorumlamaya bile cüret edemiyorum. İnsan korkuyorsa kaybedecek çok şeyi vardır.


2020/4

Psikanaliz narsizmi besler mi? Yine ne diyor bu deli dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ne yapayım beynim kelimeleri işleyen bir tığ gibi beklenmedik yerlere götürüyor hayatın yünlerini smile Yani daha doğrusu insanın kendini anlama, kendisini kendi yapan yolcuğunda etkili olan travmaları, eksilerinin artılarının dayandığı sebepleri araştırma yoluna girmesi hatta daha da ileri giderek kişisel gelişim yolcuğuna adım atmasını sağlayan tüm girişimlerin böyle bir etkisi var mıdır?

Bir adım geri atalım…

Büyük aileleri düşünelim, mafya ailelerini, aşiret ailelerini, multi-milyar mirasa doğmuş aileleri, ünlü aileleri… Bu ailelerde dışarıdan her zaman öyle görünmese de birey önemli değildir, bütündür önemli olan. Topluluktur, gruptur… Birey ise bütünü oluşturan parçalardan biri olma yolunda önemlidir, vazgeçilmezdir ama hiçbir zaman başrol oyuncusu olamaz. Bu tür topluluklarda bireyselcilik, tekeycilik, içe dönme, düşünme-araştırma-geliştirme narsistik bir uğraşa döner. Bu uğraşlar ise kendi varlığının yıldızı olabilmeyi sağlar. Bu gruplarda entelektüel uğraşlar istenilen yol değildir;  pragmatik uğraşlar, ortak inançlar, geleneklerdir süreklilik için gerekli olan. Sadece tek kişi değil, hiç kimse başrol oyuncusu değildir hatta hiç kimse travmalarının bile yıldızı olamaz. Hepimiz şu cümleyi duymadık mı:” Bizim zamanımızda hiç böyle olabilir miydi? Tokatı yerdik babamızda kendimize gelir, ayarlarımız düzelirdi”.

Bana kalırsa bu anlayış neslin devamı için savunma mekanizması olarak gelişmiştir. Neslin devamı için entelektüel uğraşlar tehdit oluşturur… Yaşam kalitesi düşük olsa da kantitesi yüksek olsun ister neslin devamını getirmek için yırtınan bilinçaltı-dışı-ortası-üstü-içi-dışı…


2020/3

Gülümsemek bedava diye bir söz var, hiç duydunuz mu? Peki, gülümsemek sizce hava su gibi bedava görünüp gerçekten de öyle olan bir davranış mıdır, yoksa gülümsemenin de bir bedeli var mıdır?

Ona gülümseyeni karşılıksız bırakmak istemeyen bir ortaokul öğrencisi karşısındaki 20lik delikanlıya kibarca davranıyor ama yanlış anlaşılıyor… O küçük kızı kahraman ablası uyarmasa belki yıllar sonra bunu anca öğrenecek…

Zıp zıp kanguru gibi neşe içinde ortamlarda var olan üniversite öğrencisi, çok mutlu diye çok güldüğü için sınıf arkadaşının ona uyuz olduğunu öğreniyor… Gidiyor ona soruyor: “evet, fazla gülüyorsun” diyor.

Hele ki yetişkincilik oynarken, iş dünyasında… En büyük bedeller de o zaman ödeniyor. Gülümseyen kişiye daha az saygı gösterebileceğine inanıyor çalışanlar.

Ama neden?

Dar görüşlülük mü? Görmemişlik mi? Cehalet mi? Gelenek mi? Görgü mü?

Adını tam koyamıyorum. Bizim eşsiz ülkemizi batılılaşmaya çalışırken batıdan alıp yapısına uygun gelmeyip ‘batı’rdıklarından biri mi yoksa bu da…

Yaşam denilen yolculuğumuzda çevremizdeki diğer canlara daha saygılı, daha sevgi dolu ve daha empatik olmamızı sağlayacak yegane şey ego törpülenmesi iken bu gülümseme düşmanlarının hayatımıza sağladığı katkı tam da bu… Egomuzu törpülüyorlar, daha iyi bir insan olma yolunda adım attırıyorlar… Biz gelişirken onların içi boş, kişiliksel veya kalite olarak (hiç kullanmayı sevmediğim bir kavram fakat şu anda daha iyisini bulamıyorum ifademde) karşılığı olmayan egolarını şişirmeleri belki de bir denge sağlıyor…  Fakat şundan eminim ki evren her zaman ekilenleri biçmeye gelir. Adalet –çoğu zaman öyle görünmese de- yerini her daim bulur.

Bu yüzden bedeli olsa da gülümsemek bedavadır diyorum. Bırakmayalım gülümsemeyi, trafikte yol verdiğimiz kişinin teşekkür gülümsemesini karşılıksız bırakmayalım. Acı çeken, kafası karışık yorgun kişilere gücümüz varsa bir gülümsemeyi çok görmeyelim…

Vesaire vesaire.

 


2020/2

Bazen kal gelir insana. Hepimiz bunu yaşamışızdır.  Olaylar olur, olanlar olmuştur ve biz “nasıl yani?” bile diyemeyiz. Sanırım gerçek bir sanatkar olabilen ile olamayanı ayırt eden budur. Her türlü “nasıl yani” gerçek bir sanatkar için ilhamdır. Üretmeyi bırakmaz, kriz ortamında daha da çok materyal bulur. Bazı sanatçı özentileri de hayatı; hem anlamak istedikleri bir felsefi akım, hem de hissetmeden nötrlemek istedikleri bir oyun gibi yaşamaya çalışırken bulur kendilerini… Bazen çağlayan gibi akar kelimeler bazen de düşünmek fazla yıpratıcı olur, bütün yaratıcılık ruhun içine kilitlenir, en karanlık köşede yok olmaya mahkum bırakılır.

Belki de sadece bir alışkanlık meselesidir;  Hayatı sanata çevirmek.

Varlık çok ağır bir yüktür, hissedebilene. Hissetmek olumlu veya övgü gerektiren bir durum değil asla, sadece bir durum. Varlık yükünü hisseden kişi her gün neşeli olamaz elbet. Her gün hedeflerinin peşinde koşamaz. Ne basit olabilir ne de aşırı hırslı. Mutluluk her insanda olduğu gibi dalga dalga gelir. Kendini tanımaktan gelir. Kendini bilmekten. Kendini mutlu eden küçüklükleri bilmek bile huzur getirir. Varlık emektir, var olduğunun “gerçekten” farkında olmak emektir, varlığı kendini bilmeye adamak narsistik bir emektir J

İstikrarlı insanlara çok özenirim. Kendimin de ucundan istikrar sahibi olduğunu söyleyebilirim. Fakat çok istikrar da insan dışıdır, yapay zekaya kayan bir durumdur. İnsan dediğin kalkar düşer, yorulur, dinlenir, başa sarar… Yorulduğumuzda dinlenmek hakkımızdır, sürekli güçlü olmak zorunda değiliz. Hem omuz olabiliriz hem de omuz isteyebiliriz. Mükemmel olmamız şart değil. Zaten olamayız da, mükemmelliği amaçladığımız an hem kendimiz hayal kırıklığına uğrarız hem de sevdiklerimizi hüsranımızın kara bulutlarıyla üzeriz. Kaldı ki kim ister mükemmel olmayı?? Dünyaya ne için geldik? Kusurlarımızı paylaşmak ve büyümek için değil mi?

Kendimi bir krep gibi hissediyorum şu sıra… Çevrilip çevrilip pişiriliyorum… Çaba sarf ediyorum, ilk denemem ise daima başarısızca çöple buluşuyor.  Hangi yöne çevrilsem ateşle buluşuyorum. Fakat biliyorum ki, kaymak ve bal ile buluşacağım bir son bekliyor beni…

Biraz zorlama bir yazı oldu galiba, bitişler zordur derler, bence esas başlangıçlardır zor olan.


2020/1

Bomba gibi patladı 2020 ve biz insanlık çok şaşkınız, neden? Bombayı hazırlayıp saatini kurduğun vakit elbet patlamayacak mı? Üstelik biz insanlar o bombanın patlamasını hızlandırmak için elimizden geleni yapmıyor muyuz yüzyıllardır??? Fakat fark etmiyoruz biz çünkü demiştim ya kolektif hafızamız çok zayıf, hafızamızın zayıf olduğu kadar da ironik bir biçimde inanç kapasitemiz aslında çok düşük. Bunca din v.s… Nasıl olur? Bal gibi olur. Bir takım kuralları kabul edip uygulamaya çalışmak değildir inanç. İnsanoğlu mucizeye inanamaz, inanması için görmesi gerekir. Hz Musa’nın denizi ikiye ayırdığına şahit olması gerekir. Günümüzde o bile olsa inanmayız. Hele ki kendi felaketimizi kendimizin getirdiğine –daha da kötüsü nefes alan canlı gezegenimizin de sonunu getirdiğimize- inanmamız çok zor. Çünkü tedricen oldu; yıllardır. Çevreciler bas bas bağırırken cehalet yine yıkmaya devam etti. Bizim gerçeği anlayabilmemiz için bir virüs gibi aniden gelip, agresif ve fazla miktarlı kayıplarla kasıp kavurması gerekir felaketin… Yine de anlar mıyız ben ikna olmuş değilim…

Gündemimizin en tepesindeki virüs insan ayrımı yapmıyor, ulaşabildiği herkese ulaşmaya çalışıyor. Biz maalesef hala yapıyoruz. Cahiller cahilce, cehaletten sıyrılmış olanlar da cahillerin zekasıyla alay ederek zulme devam ediyor. İnsanoğlunun zalimliği asla iflah olmaz. İnsanoğlunun zalimliğini, kibrini ve yıkıcılığını hiçbir dış etken durduramaz. Ancak kendisi kendi sonunu getirebilir.

Zalimiz; en hafifinden birbirimizi iğnelemekten ya da biraz farklı görünene karşı küçük gruplar oluşturup dedikodu yapmaktan kendimizi alamıyoruz.

Zulüm spektrumumun ortasında alaycılığımız var. Cehaletimiz ile yanlış anladıklarımızla bile kendimizden zayıflara eziyet etme zevkimiz var. ( bakınız covid-19, en büyük zararı görme ihtimalleri yüksek olduğu için evden çıkmaması istenen yaşlılarımızın virüs kaynağı olduğu düşünüldü, bu eksik zeka yetmedi, eziyet edildi..)

Zulmümüzün en kallavi boyutları ise benim küçük aklıma sığmaz. İnsan tarihi benim algılayamadığım zülüm hikayeleri ile dolup taşıyor, hala da devam ediyor.