Yazılar

Mutlulaşmak

Mutlulaşmak

Bir insan her zaman mutlu olamaz, kabul. Zaten bu durum mutluluk tanımını değiştirir kanımca. İnsan zorla da mutlu edemez kendini ancak mutlulaşabilir bence. Bu kavramı ben uydurmuş olabilirim belki. Mutlulaşmanın faydalarını ve yöntemini de aktarmak istiyorum şimdi : ) Diyelim ki bir sabah uyandınız ve çok mutsuz hissediyorsunuz kendinizi. Bunun sebebi yaşadığınız bir olay, kafanızdan atamadığınız bir düşünce ya da kapılıp kaldığınız bir duygu olabilir. Fizyolojik olabilir, psikolojik olabilir, ilaç etkisi olabilir, hormonal olabilir… Sebep her neyse… Bir şekilde de gününüze devam etmek zorundasınız. Sürekli dairede dönen hamster gibi devam etmek zorundasınız. Bu suni dünyanın yapma ve saçma bir kuralı olsa da fikirlerinizden bir anda o düzenden sıyrılabilecek gibi de değilseniz o anda, devam etmek zorundasınız. Mutluluğu içinizde bulun demeyeceğim. O uğraş daha kronik-uzun süreli-hayat hedefli-sürekli bir amaç… Bizim durumumuz ise akut, birden gelişen ani bir mutsuzluk durumu. Çözümüz de ancak anlık, günlük veya idareten olabilir. Evrimle biz çok garipleştik. İnsanoğlu çok garipleşti. Bazen –hatta çoğu zaman- neyi neden hissettiğimizi bile anlayamayız… Bırakın dünyayı anlamayı, bilimi, politikayı, enerjileri, dengeleri anlamayı, kendimizi anlayama çalışarak analiz içinde kafayı yemiş bir ömür geçirebiliriz. Bilirim ben, o analiz sınırı aştı mı, o çizgiyi geçtik mi, özeleştiri yapıcı halden çıkar da artık… Ama demem şu ki bazen neden mutsuz olduğumuzu bile bilemeyiz. Eğer beynimiz daha basit bir düzeyde çalışıyorsa günlük olaylara, insanlara atfedebilir buna inanabiliriz; eğer o anda duygu-durumumuz analize müsait değilse yine aynı şeyi yapabiliriz… Durup bir düşünmek, Tıp’ta dendiği gibi ‘Önce Zarar vermemek’ v.s gibi gerekliliklere hele hiç girmiyorum. Diyorum ki, diyelim ki mutsuzuz, aniden, beklemeden sebepsiz veya sebepli yere mutsuzlaştık. O zaman ne yapacağız??? Mutlulaşacağız. “I need to get Happy” diyeceğiz. Nasıl mı? Mesela benim için en etkili olan yöntemlerden biri müziktir. Bilirim ki mutsuzken, insan onu mutlu edecek her şeyden de kaçmak ister. Sanki o melankoli içinde kendine acımaya devam etmek ister. Üşenmeyeceğiz, ruhumuz söz konusuysa üşenmek yok… Müzik ise en canlandırıcı, gaza getiren müziğimizi dinleyeceğiz… Kahveyse bardak üstüne bardak içeceğiz… Kendimizi ifade etmekse; sayfalarca yazacağız ya da konuşacağız… Su ise su, duş ise duş, koşu ise koşu, masaj ise masaj… Kişiye özel yöntem her ne ise… O. Ha o yönteme ulaşabileceğimiz ortamda değilsek çok küçük değişikliklerle o koşullara ulaşmanın yolunu bulacağız, kısa süreli de olsa ortam değiştireceğiz… Köklü değişimlerden bahsetmiyorum, atla deve değil, yapılabilir şeyler bunlar.

Hadi mutlulaşma zamanı… Dünya başımıza yıkılmış mı hissediyoruz?? Kafamızdan atılamayacak dertlerimiz mi var? Hiçbir şey yok ama kendimizi kendimiz değil gibi hissediyoruz ve mutsuzluğumuzdan ötürü de suçluluk mu hissediyoruz???

Neyse ne… Bir an için mutlulaşma zamanı. Bu yaşam tuzağından kurtulmanın yolu en azından benim için açık değil, mutluluk kahkaha neşe umut ise bulaşıcıysa… Hadi bir an olsun mutlulaşalım, yayalım.


Üç ay

İnsan evrimi çok farklı boyutlarda gerçekleşmiştir. Fiziksel evrimi-endüstriyel evrimi-teknolojik evrimi derken bir noktada çok büyük bir zıplama ile bir anda ulaşılmaz hale gelmiştir. Yıllar yıllar yüzyıllar sürse de yine de “bir anda” hayal gücüyle-zekasıyla-sosyal yetenekleri ile bambaşka bir konuma oturmuştur. Öyle ki grandiyöz sanrıları ile kendini en muhteşem zannedecek duruma gelmiştir. Benim fikrimce de internetin çıkmasıyla insanda “ruh evrimi” meydana gelmiştir. Evrim iyi ya da kötü bir olgu değildir, sadece olan bir şeydir. İyiye gidiş anlamına gelmez. Ruh evrimi de kanımca iyiye gidişe kesinlikle vesile olmamıştır. Bugün gök tarihinde önemli bir günmüş. Hem mavi ay, hem tam ay tutulması hem de süper ayın bir arada görüleceği nadide bir günmüş. Benim aklıma Haruki Murakami’nin dünyalarından birini getirdi. Hayal gücü bence evrimin getirdiği iyi şeylerden biri… Haruki de bunun çok güzel örneklerinden biri. Çok yakınımda da çok güzel bir örneği var ama o başka bir yazının konusu…

Haruki diyorduk, Murakami de J Onun 1Q84 romanındaki 2 ayı getirdi aklıma bu durum… “Aslında” hayatımızdaki her şey değişiyor… Hani yüzyıllar süren evrim aslında “bir anda” her şeyi değiştirdi ve insanlığı kibir tahtına oturttu ya, günümüz siyasetinde coğrafyasında yani hayatımızda her şey değişiyor ve tasavvur edemediğimiz üçüncü bir evrim zıplamasına doğru gidiyoruz. Haruki’nin dünyasında bu değişim ikinci ayın belirmesiyle kendini dışa vurdu. Herkes göremedi belki ama bir belirtisi vardı. Bugün aynı günde aynı gökte yaşanacak olan bu üç ay durumu da yaşadığımız akıl almaz gelişmelerin bir dışa vurumu olsa da, değişeni bir kez de görebilsek, hoş olur muydu? Olmaz mıydı? Bunlar sadece bilim dediğinizi duyar gibi oluyorum… Hayal gücü evrimin getirdiği en güzel şeylerden biri iken varsın saçmalayan ben olayım. J


Yazı yazdıran mı makbuldur yoksa iç ferahlatan mı?

Hangisi daha makbuldur; yazılar mı yazdıran yoksa iç rahatlatan mı?

İnsan evrimleşe evrimleşe karmaşık bir varlık haline gelmeyi başarmıştır. Bazen istediklerimiz ve ihtiyacımız olanlarla bilinçaltı benliğimizin ihtiyaçları uyum göstermez. Mesela bazı ilişkileri düşünün; toksik ilişkileri… Kendimize zararı olduğunu bile bile bırakamadığımız ilişkileri, kaçan kovalanır diyip geçmeyin… Daha derin sebepleri var evrimleşen insan yaratığının göremediğimiz boyutlarında.

Mesela babasız veya kötü bir babayla büyüyen bir kızı düşünün. Ona zarar veren bir ilişkide bile bırakıp gitmekte çok zorlanır. Buna öz güven eksikliği ve o en derinindeki varlığının bile algılayamadığı boşluk neden olur. Güvenlik duygusunu ararken en güvenemediğine saplanıp kalır. Çünkü hem güvenmek ister hem de karşısındakini sürekli imtihan eder. Onun da gideceğini ona da güvenemeyeceğini kanıtlamak ister adeta. Hayal kırıklığına bir kez daha uğramamak için. Aslında birlikte olmak istemediği birine de bağlanabilir. Görüşmek istemediği halde terk edilme korkusu nedeniyle kendisini karşısındakine bağlayabilir. Ama her an, hem –aslında istemediği için- hem de daima ani bir sınav sürprizi ile öğrencilerini şaşırtmak isteyen bir öğretmen gibi tetikte bekler. Bazen de birlikte olmak isteyebileceği ihtiyaçlarına iyi gelebilecek, ona zararlı olmayan biri ile karşılaşır. Yine çok hızlı ilerlemek ister. Kendi özgürlüğünü kısıtlamak istemediği halde o karanlık bilinçaltı bütün zekasını-sağ duyusunu ele geçirir. İstemese de sürekli karşıdan bir şeyler bekler; zaman, şevkat, bağlılık… Gerçekte bunlara henüz hazır olmasa da, bekler. Kendisinde olmayan duyguları var zanneder, varmış gibi gösterir, karşısından bekler. Alamayınca dünyası yıkılır, yıkıldığını belli eder. Yani kısacası kendine kötü gelecek birinde saplanıp kalır, kötü genelde gitmez çünkü minimumu vererek maksimumu alıyordur ve çok da umurunda değildir. İyi gelecek kişiyi de kendi sabote eder, kaçırır ve karşısındaki terkettiğinde “self fulfilling prophecy” yani kendini kanıtlayan kehanet yine kendini gösterir. Kısacası dünya tatlısı minnoş bir kız ona çok iyi gelebilecek bir ilişkiyi rezil eder. Bilinçaltının gizli hükmediciliğinin örnekleri çoğaltılabilir ama kalbime yakın olduğu için bu örneği vermek istedim…

Hani şu yazı yazdıran insanlar var ya; ruhunuzu sürekli tetikte tutan daima adrenalin salgılattıran… Gizemli davranan, karmaşık görünmek isteyen… (bazen de derininde fos olan) Güvenlik sağlamayan, her sınava tabi tutulduklarında her seferinde başarısız olacak ve “ben demiştim” ile egomuzun sağlam  kalmasını sağlayacak fakat kalbimizi paramparça edecek kendini kanıtlayan kehanetler… Onlar yazı için ilhamı sağlar, doğrudur… Fakat o yazı bir türlü kağıda dökülemez çünkü eksiktir hep, emin olma duygusundan yoksundur. İç ferahlatanda da elbette kesinlik yoktur ama en azından açıktır, dürüsttür, nettir; düz olsa da. Bu nedenle yazıyı yazdıran da aslında; odur. İlhamı, fikri, kıvılcımı düşüren başkası olsa da… Tıpkı şimdi olduğu gibi.


Aynı mı? Farklı...

Ben hayatımın büyük bölümünde insanları aynı zannettim. Bu hem naiflik idi, hem de ben merkezcilik. Aynı olmadığımızı hissettiğim her an ben merkezimle davranışlarını kendi doğrularıma oturtmaya çalıştım. Uymayınca da varoluşumdaki derin empati ve özeleştiri yeteneği ile kendimi yanlış, onları doğru gördüm. Aslında durumun farklı olmak olduğunu komik bir şekilde çok zor çözdüm. Komikliklerim çoktur.

Mesela ben hep duygularımı ve düşüncelerimi belli etmenin doğru olduğuna inandım hatta üzerinde düşünmedim içimden geliyorsa, dışıma da çıkmalıydı. Karanlıkta kalmayı sevmediğim için kimseyi karanlıkta bırakmak istemedim. Göremedim ki karanlıkta bırakanlar o gizemi istedi. Kendileri farklı olduğu için karanlıkta bıraktılar. Oysa ben hep bilmek istediğim, bilmemenin en kötü haberden daha kötü olduğunu düşündüm. Başkalarına da bunu uyguladım. Biraz yanıldım. Etrafa dağıttığım net bilgiler bana geri dönmeyince tahmin yürütmek zorunda kaldım. Yine komikliğim saolsun bu tahminler hep en iyimser en iyi niyetli tahminler oldu. Bir kez daha yanıldım.

Mesela ben düşündüğüm yaptığım her şeyi analiz ettim. Niye yaptım, egom muydu beni yönlendiren yoksa içimdeki gerçeklik miydi? Bunları düşündüm. Birilerini kırdığım zaman gecelerce uykusuz kaldım çoğu zaman gereksiz yere geri adım attım. Çünkü madem ki biz aynıydık ve onlar haksız değildi, mutlaka ben olmalıydım!?? Gönül almanın öfkeyle yaşamaktan daha huzurlu olacağını hissettim,  kin beslemedim. Karşımdaki de öyle yaptı sandım, öyle ya biz aynıydık… Mesela ben aşk dünyasında gizemli, peşinden koşulan kadın olamadım. Aşkta mantığın, statejinin yeri yoktu, karşımdaki de bunu yapacaktı ve böyle olduğum için beni takdir edecekti. Hahahaha.. Ne komik kızmışım ben. Gönül işlerinde o kıvılcım ya ilk görüşte vardı, ya da yoktu. Olmayanı oldurmaya çalışıp çıkar elde etmek, yalnızlıktan uzaklaşmak aklıma bile gelmedi. Olduğu zamanda kaybetmemek için çaba sarfetmek… ilk görüşte aşk olur mu dediklerinde, ikinci görüşte aşk olur mu dedim? Buna ilk tanışma demek daha doğru olur elbette. Bana öyle geldi ki  ikinci görüşte aşk diye bir şey yoktur. o olsa olsa mantıktır. Olmasını istediğin insanı karşındakine uyarlamaya veya karşındakini kalıplarına uyarlamaya çalışmaktır. Yine hata ettim;

Baktın ki karşında hissettiğin duygunun tercümesi yok, çekip gitmektir doğru olan. Artık bunu yapabilecek olgunluktayım en azından. Şunu da biliyorum artık en yalnız anım bile karanlıkta olduğum, kendimi yitirdiğim içimden geldiği gibi davranamadığım durumdan çok daha iyidir.

Kendimi ben herkesle aynı zannettim, bu yüzden farklı olmanın güzelliğini gözden kaçırdım ama en azından her an düşünüyorum, her an kendimle beni olduğum gibi görebilenlerle daha iyiyim.