Yazılar

Kadın olmak

Kadın olmak öyle güzel ki… Hiç girmek istemiyorum olmalı mı olmamalı mı tartışmalarına...Ulusal yas günü mü olmalı yoksa kutlama mı yapılmalı diye… Niyet tebriktir, anmaktır. Geçmiştekileri anmak, emeklerine ve fedakârlıklarına şapka çıkarmak; günümüzdekileri tebrik etmek, varlıklarının önemli olduğunu hissettirmek… Bir de keşke ihtiyaç olmasaydı bugüne de “neden erkekler günü yok?” diyenlerde haklılık payı olsaydı… Ne mutlu erkeklere ki gün atanmamış onlara, kadınlar da bu durumda olmayı isterdi.

Kadın olmak her şeye rağmen çok güzel, gerçekten… Birçok karşı cinsimiz bilmiyor ki sözlü, fiziksel veya duygusal tacize uğramamış hiçbir kadın yoktur. Bazısı biraz daha şanslıdır… Birçokları bilmiyor ki yaptıkları genellemeler ile geri planda durmamızı isteyen oluşumun ekmeğine yağ sürüyorlar… Bunları bilmeyen karşı cinslerimiz birçok sorunumuzun farkında değil ve bu en masum hataları yapanlar bizim tarafımızda olanlar… ya olmayanlar???

Kadın olmak çok güzel ama arkadaşlar kadın olmak çok ciddi sorumluluk işi ve kadın olmak her senaryoda birazcık eksik hissetme ihtimali…

En mutlu ilişkilerde kadının dişil enerjisi erkeğin ise eril enerjisi ön planda görünmektedir. Toplumda daha aktif ve etkin rol almak isteyen, meslek başarısı peşinde koşunca dişil enerjisi eksik olmakla suçlanan… Spektrumun diğer ucunda ise muayeneye kocasıyla birlikte gelip kocası tarafından konuşmasına izin verilmeyen kadınlar…

Kadınlar anne olduklarında tamamlanmış hissetseler de bireysel yaşamlarında bir parça “eksik” veya ihmal hissederler…  Anne olan kadınlar çalıştıklarında da, çalışmadıklarında da biraz “eksik” hissederler, hissetmeseler bile hissettirilirler… Anne olamayanlar bunun “eksik”liğini hissederler…

 Kadınlar sakin olamadıklarında, yapıcı davranamadıklarında, dişil güçleriyle farklı görünüp farklı davranıp ilişkilerini yürütemediklerinde “eksik” hissederler…

Kadınlar annedir, bedeninde büyütendir, yumuşaktır, şevkattir, ayrıntıdır, barıştır, bilgeliktir, toplumun bekasıdır… Gıdaların genetiği ile oynanır da insanlarınki sabit mi kalır sizce??? Bütün bu çevresel değişimler genetik hafızaya olumsuz etki etmez mi? Kadın kendini geleneksel olarak atasından bir kez daha eksik hissetmez mi???

Kadın olmak çok güzeldir, zordur, olumsuz taraflarının en aza indirgendiği koşullarda bile eksik hissetme ihtimali en yüksek olandır. Oysa asla eksik hissetmemelidir. Kadınlar gününü böyle kutlayalım mı, kadınlara karşı bilinçli davranarak, onlara karşı duygusal istismarlardan eksik hissettirmelerden uzak durarak…


İnsan yetiştirmek- Benim Ailem

Eğitim ailede başlar derler ya, çok doğrudur. Çocuklarımız bizler hiç farkında olmadan o kadar davranış, inanış, tavır, hayata yayılış biçimi alır ki bizden, dehşete düşürür bu insanı… Genelde insanlar çocukları onlardan öğrensin ister, kendilerine benzemelerinden gurur duyarlar. Madalyonun iki yüzü vardır, sadece iyileri çekmez. O yüzden ebeveyn olmak çok zordur ve önemlidir. Her an mikroskop altındadır kişi ve o inceleme hayati sonuçlara yol açar… Doğuştan, çevresel ve ailesel özellikler vardır. Bence ırkçılık aileseldir, ahlak ve veya etik kurallarına bağlılık derecesi aileseldir, bağımsızlık hissi veya bağımlı kişilik bozukluğu aileseldir, güven duyma ilişkileri ve çelişkileri aileseldir. Sevgi anlayışı aileseldir, hayvan sevgisi, insan sevgisi, canlıya duyulan saygı aileseldir. Aşırılıklar aileseldir, yetersizlikler de… Ebeveyn olmak zaten zordu bütün bunlardan sorumlu olmak varlığının her anına özen göstermek durumunda kalmak daha da zorlaştırıyor. Sadece fiziksel ve maddi bir yük değil (anneler babalar yük denmiş istemez herhalde) aynı zamanda ciddi ruhsal, duygusal ve gelişimsel bir yolculuktur. Bu nedenle ebeveyn olmak eşsiz bir deneyimdir. Çocuğunun bütün bu özelliklerinin, kendimizdeki en iyiler ile donatılmış olmasını isterken kendimiz de gelişmek, büyümek öğrenmek ve döngüyü kırmak durumunda kalıyoruz. Zor iş ellağam… smile

Mesela ben herkesi olduğu gibi kabullenmeyi kardeşlerimden ve kardeşlerimle birlikte öğrendim. Çünkü aynı ailede doğmuştuk, aynı ailede büyümüştük ve buna rağmen fersahlarca uzaktık, farklıydık. Ve birbirimizi koşulsuzca, şiddetle seviyorduk. Kızsak da kavga da etsek, anlamakta güçlük de çeksek kabullenmek zorundaydık. Koşulsuzca sevmek durumundaydık çünkü birbirimize olan sevgimizin başka bir çeşidi yoktu. Ne olabilirdik, ne olamazdık, neyi yapabilirdik neyi yapmamalıydık birlikte öğrenmeye çalıştık ve birbirimizden çok şey öğrendik. Örneğin ablalarımdan biri, “gizli” hiçbir şey yapmaz. Hiçbir duygusu, düşüncesi gizli değildir. Neyse çat çat söyler, uyum sağlamak veya çatışma yaşamamak için gizli bırakmaz. Ben gizli duyguların zararını ondan öğrendim mesela… Ha değiştirebildim mi??? Belki bir gün. Mesela gizli ego; bu dışarıdan tamamen egosuz gibi görünen insan çeşidi içinde devasa bir yıkım gücü içerir. Gizli egosunu fark ederse kendini eğitebilir, farkında varmazsa açıkça egoist olan kişilerden çok daha büyük zararlar verir… Mesela gizli öfke… Bir kabustan farksız. Pasif agresiflik de denir ve ilişkilerin en güçlüsünü bile öldürür. Mesela gizli onaylanma ihtiyacı, dışarıdan kendinden emin görünen fakat mutlaka sevilmek isteyen onaylanmak isteyen kişi… Ablamda bu hele hiç yoktur, o neyse odur, herkes de istediğini olabilir, beğenmeyen de çekilebilir… Bu yüzden o kahramanlarımdan biridir.

Bir abimden cesareti öğrendim, sorgulamayı, koşulsuz kabul etmemeyi diğer abimden insan kırmamayı, sabırlı olmayı, rahat bırakabilmeyi…

Öğrendim dediysem… Kusurlu insan oluşumunun kendimce en kusurlu üyelerinden biri olan ben ne kadar iyi öğrenebildiyse…

Fakat bu ailede ben en çok kabulü öğrendim. Baktığımda renk görmem, din görmem, ırk görmem… Bunu öğrenilmiş olumlu bir özellik olarak söylemiyorum. Doğuştan ve bu ailenin içinde gelişen gözümün yapısı bu… Başka türlüsü de elimde değil. Ne benim ne de kardeşlerimin…

Uzun lafın kısası hayat zor, çocuk işi zor, kusursuzca yetiştirmek fikri zaten kusurlu bir düşünce ve imkansız… Peki ne yapabiliriz? En azından koşulsuz sevgiyi öğretebiliriz. Kendi aramızda olanın dışında- ben dışı, bizi dışı varlıklara karşı- sevgiyle hareket etmeyi öğrenebiliriz. Sadece ayrımcılık yapmayan bir insan olmak değil; bu özelliğin insan olmak ile eş değer olduğu algısıyla büyütmek… Bütün bu elzem ve eşsiz değerler için çaba sarf etmeden düşünmeden hatta farkına bile vardırmadan “olması gereken olduğu için” sahiplendirmek… En önemlisi budur bence.


Sevgili "diğer" insanlar

Sevgili diğer insanlar,

Size seslenmekte bu kadar geciktim ve tereddütte kaldım çünkü hep bildim, ben de sizin için bir “diğer insan”ım. Fakat sonunda anladım ki bu sizin benim için konumunuzu değiştirmez. Sınırsız empati de ne bana ne de size bir yarar sağlamaz.

Ey insanlar, bir işinizi yaptırtmak istediğinizde veya özel ilgi görmek veya bana başvurarak lütufta bulunduğunuzu düşündüğünüzde ettiğiniz cümleler var: “ Biz senden çok memnunuz, seni bu kişi tavsiye etti…”. Bilin ki bu cümleler artık kabul görmek isteyen, beğenilmek için çırpınan çocuk yanıma etki etmiyor, kısmen büyüdü… Benden memnun olmayın, bana tavsiye üzerine gelmeyin, beklentilerinizi üzerime yıkmayın. Ben işimi en iyisiyle zaten elimden geldiğince yaparım, size hak edin hak etmeyin saygı, anlayış ve şefkat gösteririm, sizden tek isteğim köstek olmayın. Haksız sorun çıkarmayın… yaptıklarınızı yapmayın… siz biliyorsunuz.

Ey insanlar, parayla yönetemediğiniz insanlar karşısında kalakalıyorsunuz değil mi?? Motivasyonlarını anlamak onları tanımak için çaba sarf etmeniz gerekiyor, sizi şaşırtıyorlar, garip olduklarını düşünüyorsunuz, deli diye damgalıyorsunuz… Ya kenara itiyorsunuz, yokmuş gibi davranıyorsunuz ya da aşağılamaya çalışıyorsunuz… ah siz insanlar.

Ey diğer insanlar, bir kısmınız sevdiğimin canını sıkıyor sürekli. En çok da sizlere kızıyorum. Benim gereğinden fazla mütevazi mükemmeliyetçi sevgilimin gölgesine su dökemezsiniz siz… Ne bu artistlikler afralar tafralar, hor görmeler, üstünmüş gibi davranmalar… Benim iyi niyetli olduğumu söyler çok insan, doğrudur da, fakat benim iyi niyetim sevgiliminkinin yanında şeytan kafası gibi kalır; öyle ya siz ve sizin gibilere çok maruz kaldım ben… O daha temiz kaldı, zaten en temizdi. Sizi var ya, bir kaşık suda boğarım elime geçseniz. Net.

Ey diğer insanlar… Ne büyük bir aldatmacanın içindeyiz farkında mısınız? Zaten sahip olduğumuz bütün ihtiyaçları elde etmek için kurduğumuz düzen büyük bir düzen eksikliği aynı zamanda… Pahalı evlerinizle, arabalarınızla, giysilerinizle duyduğunuz güvenlik, gücü yetemeyenlerin duyduğu özlem… hepsi yersiz. Bu düzen, yarı aç yarı tok, bütün doğa bizim için tasarlanmış tepe tepe kullanırız algısıyla sizce doğru mu?

Ey diğer insanlar, daha sonra yine görüşürüz… Aydınlanma süreci için çok yararlı olmasa da söylenmek ruhuma iyi gelir J

 


Empati

Empati karışık bir durumdur. Türk dil kurumuna göre tanımı: “Kişinin kendisini başka bir bilincin yerine koyarak söz konusu bilincin duygularını, isteklerini ve düşüncelerini, denemeksizin anlayabilmesi becerisi” şeklinde yapılmıştır. Fakat bu yeti iyi için de kötü için de kullanılabilir. Varlığı da yokluğu da, fazlası da eksiği de sorun yaratır. Varlığında; eğer aşırı ise,  kişiyi işlev göremez hale getirir. Bazı çalışmalarda aşırı empati olan kişilerin paradoksal olarak durumu anlayabilme kabiliyetinin azaldığını gösterilmektedir. Her durumda sosyal olarak işlev göremeyen bir birey söz konusudur. Yine kendi isimlendirdiğim ve tanımladığım bir kavram olan negatif empati yani “Nempati” durumu da sorunsaldır. Kişi karşısındakini anlar kendi o durumda olduğu zamanlarla kıyaslar ya da öyleymiş gibi hissedebilir fakat bunu aşırı fazla yapar. Empati yapayım derken Nempati yapar, buluttan nem kapar, konuyu kendisine çevirir. Kendini ön plana çıkarır, empati gösterdiği durumu kendine ait yapar. Yokluğunda ise çeşitli pskiatrik sorunlar söz konusu olabilir. Örneğin antisosyal bireylerde, narsistik kişilik bozukluğunda veya otizm varlığında…

Empati yapabilme yeteneği olmasına rağmen bunu yapmayan kişiler ise bencil olabilir.

Empatiyi kötüye kullananlar karşıdaki durumu bilip anlayıp, kendini de yerine koyup karşısındakini yargılamak, aşağılamak için kullananlar…

Kabaca; yaşamadığı şeylerle ilgili empati kuramayan insan biraz bencil yaşadıklarıyla bile kuramayan ise pskiatrik hastadır da denebilir…  

Yani empatinin varlığı da yokluğu da sorun yaratabilir. Evrimi konusu ise çok daha kapsamlı başka bir yazının yolcusudur.

Bu yüzden empati yapacak kadar bilgiye sahip olmasanız bile bilmeden yargılamayın!!! Dışarıdan kötü görünen, toplum geneli tarafından kınanan bazı durumları düşünün; mesela tembellik… Çoğu üşengecin, tembelin altında bir mükemmeliyetçi yatar… Mesela vurdumduymazlık… Kimi umursamazın altında kendine zarar verecek kadar umursayan zorlanmış bir ruh yatar… En rahat görünen kişilerin merkezinde her şeyi kafaya takan obsesif bir yapı barınıyor olabilir… Ya da kişiyi hemen bildimcilik ile belirli bir yere oturtmayın, olumlu görünen özellikler de olumsuz olabilir. Mesela tevazu… Aşırı mütevaziliğin altında aslında Tanrıcılık yatar. Ya da çok temiz saf görünen bir insan aslında alt yapısız ve basit yapılı olduğu için öyle görünüyor olabilir.

Her kimsenin kendine ait bir dünyası vardır. Bizim yaşamımıza bazen paralel bazen dik şekilde bazen yakında bazen uzakta devam etmektedir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, tepki verirken bunu göz önünde bulundurmak lazım diye düşünüyorum.


Vicdan Evrimi

Bu gezegende, insan dışı canlı olmak kadar zor olmasa da, insan olmak da zor. Beyniyle veya vicdanıyla hareket eden kişi sürekli acı içindedir, aralarda anlık mutluluktadır… Sürekli sorgulamaktadır, çevreye verdiği zararı, diğer canlılara verdiği zararı, ihlal ettiği hakları… Daha iyi olmak istemektedir her daim, her zaman bunu başaramamaktadır. İç görü gözü körelmiş kişiler ise çeşitli nedenlerden ötürü bu durumu yaşarlar. Maddi manevi veya psikolojik-psikiyatrik rahatsızlıklar varlığında… Dışarıdan bakılırsa hayat onlar için daha kolaydır. Dışarıdan bakılırsa…

Bütün arayışlarımız var oluş suçluluğunu dindirmeye yönelik değil mi aslında? Var oluşumuzla, yanlış kararlarımız, umursamazlığımız, üşengeçliğimiz, “dünyayı ben mi kurtaracağım” tavrımız, yorgunluğumuz, bezginliğimizle zarar verdiklerimize kendimizi affettirmek amacıyla değil midir?

Bu suçluluk duygularından uzak durmayı başaranların, bir nebze de olsa bir fark yaratanların durumu da bir karışıktır. Bazılarının hissettiği üstünlük duygusu (farkında olmasalar da) ile tasladıkları bilgelikler suçlu hissedeni daha da dibe batırıyor, başarılı olmasını birazcık daha zorlaştırıyor. Kendilerini ise varmak istedikleri barışçıl ve aşkın konumdan aslında uzaklaştırıyor… Bazılarının tabii.

Neden buradayız sorusunun cevabı sürekli aranmaktadır. Farklı insanlar hayatlarının farklı dönemlerinde bu lanete maruz kalmaktadır. Lanet demek doğru mudur bilmiyorum. Aydınlanma sürecinin başlangıcı da olabilir, sürekli karanlığa hapsin habercisi de…

Yani aslında konu göründüğü kadar karmaşık değil. İnsan beyninin geldiği noktada vicdani sorumluluğu da, ruhsal çekişmeleri de ve var oluş eziyeti de evrimleşmiştir. Geldiği bu noktanın sadece kaymağını yiyen sefasını süren kişilere halk arasında “vicdansız, şerefsiz, cahil, aptal” etiketleri yapıştırılmaktadır. Şu bir gerçek ki bu tür evrim süregelen bir eziyet hali getirmiştir insan varlığına… Bunu hafifletmeyi başaranlar, başaramayanlar ve görmezden gelenler de bir arada yaşamaktadır. Bütün hikaye budur.