Kategori - Genel

laf salatası-2


İnsan sosyallikle besleniyor beslenmesine fakat kişinin beraber en iyi vakit geçirdiği kişi yine kendisi olunca sosyalleşmek zorlaşıyor.

Ey ebeveynler, “ne münasebet” dediğinizi duyar gibi oluyorum, duymazdan geliyorum. Çocuklarınızı oldukları gibi kabul edin. Onların ne olacağı sizin onları ne yaptığınız değildir. Siz olumlu veya olumsuz katkıda bulunursunuz anca. Kardeşleri birbiri ile rekabet ettirmeyin. Birbirlerini kıskanmalarına neden olmayın. Olumlu veya olumsuz örnek göstermeyin. Sadece farklılıkların zenginlik olduğunu vurgulayın.

Çocuklar büyüdükçe başkalaşır, bize dönmeye başlar. Daha temkinli, daha plancı daha korkak hale gelir…

Eğer bir insan kolay affediyorsa ya gerçekten unutmayı başarıyordur ya da umursamazdır, ikisi de kolay değil…

“….. dediğin şöyle olur” demeyin. Herkes kendi gibi olsun, olması gerekiyor dediğin gibi değil.

Bazen hayat bizi öyle geriyor, öyle formata sokuyor ki durup gülleri koklamayı unutmayı bırakın aklımıza gelmiyor. Bazen durup kendi yolumuzdan çekilmeliyiz; ancak o zaman keyifli zamanlar geçiririz.

Herkes kendin gibi zannetmek aşırı empati mi yoksa empati yokluğu mudur?

İnsanoğlu bencildir kendi acısına odaklandığı zamanlarda acı veren kişinin tepkisizliğini sevgisizlik ile açıklarken onu da korktuğunu duyguları olduğunu unutabilir.


Adalet

Dünyadaki kısa maddi varlığımız süresince bizi aslında en çok etkileyen olgu adalettir. Hakkımızın yendiğini düşündüğümüzde yaşadıklarımızdan bahsetmiyorum sadece, mutlu olup olmamamız çoğumuz için adalet olgusuna bağlıdır. Dünyanın adil bir yer olduğuna inanırsak mutlu olabiliyoruz, olmadığının farkına vardığımız an mutsuzluk başlıyor. O an ne zaman? Eğitim yılları bitip iş dünyasına atıldıktan en fazla birkaç sene içinde… Biz dünyalılar her şeyden çok adaleti istiyoruz. Gençler, iyiler ölmesin istiyoruz, dünyadaki yiyecekler herkese dağılsın bazıları sarayda yaşarken bazıları açlıktan ölmesin istiyoruz. Çalıştığımız yerde yaptığımız işin karşılığını almak istiyoruz. Dünyada çalışan herkes yaptığının karşılığını alsın istiyoruz; fazlasını değil… İlişkilerimizde dürüstlük istiyoruz, aldatılmamak, adil bir ilişkinin içerisinde olmak istiyoruz. Farklı renk, kültür, cinsiyet ve yaşam tarzları adil şekilde yaşayabilsin ayrım yapılmasın istiyoruz. Adalet öyle elzem ki ruhumuza hakkımızı savunmamızı gerektiren bir suçlama ile karşılaştığımızda bir miktar haksız olabilmeyi aslında tercih ediyoruz. Eğer biz haksızsak bizi şikayet eden hakkımızı yemiş olmuyor ve asla sahip olamayacağımız bir adaletin peşinden koşmak durumunda kalmıyoruz. Adalet bu dünyada en çok özlemini duyduğumuz ve asla sahip olamayacağımız yegane şey…


Laf salatası

Laf salatası (Başlığı verip altmetini size bırakıyorum bu sefer(bu da bir kişisel gelişim egzersizi(olayları kendi gördüğü gibi aktarabileceğini onu tıpa tıp aynı şekilde (hayat gözlüğüne rağmen)algılayacak birileri olacağını zanneden saf ruhun yolculuğu))) [Parantez salatası mı desem]

Küçük olayları kafasında büyüten ve akut tepki veren insanlar duygularını bastırma eğilimde olanlardır.

Özgüven tuhaf bir olgu; insan bazen kendini yaptığı iş, söylediği söz beğenilince devamını getirmeye çalışan çocuk gibi hissediyor.

Kin tutmayan insanlar hırs veya inat uğruna hiçbir eylemi tamamlayamaz sürekli yarım bırakırlar. Onların süreklilik için tek yolları kendileri için yapmak olabilir.

Çekinerek mütevazice taleplerde bulunmak senin; bunun üstüne alınmamak karşısında büyüklenmemek karşındakinin kalitesini gösterir.

Sizi olduğunuz gibi kabul eden insanları tutun hayatınızda, aynı zamanda olduğunuz gibi kabul etmeyen daha iyi olmanız için sınayan-itekleyenleri…

Hiçbir zaman karşınızdakinin sizin gibi olmasını beklemeyin, iyiyse kötüsüyle o mutlaka farklı bir kişisel evrim noktasındadır.

Bununla birlikte çok da farklı olmadığınızı unutmayın; nasihate değer verin. Aynı türe ait olmanın hem avantajı hem de dezavantajıdır bu; o kadar da farklı değiliz…

Zaman kötü hiçbir şey bilmeden her şeye sinirleniyoruz. Bilgi minimum duygu maksimum.


Hesapsız İnsanlar

‘This is us’ izlerken çok önemli bir noktanın farkına vardım. Ergenliğe yeni girmiş bir kız çocuğu amcasına kendisini ne zaman bulabileceğini soruyordu;  “ben kimim, neyi sevmeliyim, ne istemeliyim beni ben yapan nedir ve bu beraberinde ne getirir” tarzında sorular. Amcanın verdiği cevap ise her yaşa hitap bir şaheser idi kanımca… Eğer hayatı otomatik pilota almamışsanız ve narsist değilseniz hepimiz hayatımızda bazen az bazen çok “kendimizi” aramaktayız. Kevin diyordu ki: “ Öğrendiğim bir şey varsa kim olduğumuzu bir anda öğrenmiyoruz. Uzun bir zaman sürecinde meydana geliyor. Hayatı yavaşça fakat bu parçaları toplayarak yaşıyoruz. Sonra gün geliyor kendimizi tamamlanmış hissedecek kadar parça toplamış oluyoruz”. Hep duyuyoruz ya kötü anılarınıza iyileri kadar sahip çıkın diye, çünkü onlar da bizi biz yapıyor. Hayatımızda topladığımız her parça pozitif ve negatif olarak kişiliğimiz ve ruhumuz olan bu legonun inşasında rol oynuyor. Her parça için minnet duymalıyız çünkü bizi biz yapıyor. Kendimizle barışık olmak, kendimizi sevmenin de bir yolu budur. Kendimizi bulmak çocukken zor ise yetişkinken daha da zor hale geliyor. Çünkü normalin sınırlarında gezen çocuklar eğer dışlanmazlarsa farklılıkları ile özel olurlar ve ilgi çekerler, hatta çocuklukta ilgi çekmek için farklı olmaya çalışmak hele ergenlikte önemli bir geçiş ritüelidir ve o dönemler geçince, parçalar birikince, kişiliğin, bireyin taslağı son halini aldıkça ya çok ya da az farklı kalır. Yetişkinlikte farklı olmak ise yalnız olmak demektir; maalesef… Genelde çocukluktaki gibi alay edilme, dışlanma şeklinde değil de kişinin kendi seçtiği bir yol olarak görülür. Yetişkinler vakitlerine değer verir, kaliteli olmasını ister. Kendini anlamayacağını düşündüğü veya birlikte vakit geçirmenin kendisine pozitif bir katkı sağlamayacağı kişilerle vakit geçirmek istemezler… Yetişkinlerin merakı da körelmiştir, farklı insanlara çok da ilgi duymazlar zaten, en fazla eleştirirler… Yani küçükken farklı olmak, özel olmak ilgi çekmek demekti büyünce ise yalnızlık demek… Ama yetişkinken bu farklılığa rağmen ruhuna ilaç bir arkadaş bulmak… Mucizedir!!!!

Çocukluktan evrilirken farksızlaşmayı başaramamış yetişkinlere gelsin sözlerim… Bu insanlar hesapsız insanlardır. Hayatı satranç gibi oynamayan iyisiyle kötüsüyle 2-3 adım sonrasını düşünmeyen kişilerdir. Bu insanların hayata uyum sağlamaları çok zordur. Ya yalnızlıktır onları bekleyen ya da hesaplı birliktelik; ki bunu farkında vardıkları an ruhları ölür…  Keşke bizi bir adaya kapatsalar da herkes rahat etse…

Birlikte yaşamak için yürek gerekir, içten yaşamak için … gerekir… Ya konuş hesabını yaptıklarının ya da hiç konuşma… Ya da başka bir deyişle…

Mevlana demiş ki;

Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.

Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.

Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.

Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.

Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.

Hoşgörülükte deniz gibi ol.

Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.


29 Mart- Hayatımın 36. Bin kilometresinde… Algı Bakımı…

Yoğun olarak hissediyorum hayatımı tekrar bakıma alışımı… En son 33. Bin kilometrede bu bakımı sizlerle paylaşmıştım. Daha sonra hayat oldu, olmaya devam etti ve ben kendimi akışa bıraktım. Çünkü yaşananlar müdahale edilemeyecek kadar ağır idi. Gözlerimi açıp aktif hale gelirsem durumun daha da farkına varırsam oradan hiç çıkamam diye düşündüm belki de… 2 yıl geçti, fırtına duruldu, içimden kopup gidenler gitti, zararlar ruhen ve bedenen meydana geldi, şimdi ise toparlanma vakti. Hayatımın bu seferki bakımında farkındalığımı arttırma peşine düştüm. Önceki yıllarda kendimle ilgili yanlış bulduğum, çeliştiğim noktalardan neden olduğunu, neye hizmet ettiğini anlamaya ve kabullenmeye başladım. Mesela adaptasyon yeteneğim… Beni gerçekten çok kişi bilmez. Herkes bildiğini sanır, herkesin bir fikri vardır benimle ilgili ama hiç biri bütünü yansıtmaz. Hepsi farklı bir parçamı bilir çünkü çatışmadan hoşlanmayan ben, hepsine uyum sağlayacak parçamı paylaşırım ancak. Beni ise en yakınlarıma saklarım… Belki de “senin de nazın bana geçiyor”, “hep afrası tafrası en yakınlarına” sözlerinin meydana gelişi benim gibi insanlar nedeniyle olmuştur  smileBu özelliğim yıllarca zihnimde kendime duyduğum saygıda çelişkiler yarattı. Çünkü o zamanlar o özelliğimi korkaklık, riyakârlık, çatışma fobisi olarak değerlendiriyordum. Fakat bu yılki bakımımda yeni tanışmama rağmen çok sevmiş olduğum ve takdir ettiğim tazecik bir arkadaşım sayesinde bunu aslında bir tür olgunluk, çevreyi algılayabilmek, anlayabilmek ve kendini bilmek olduğunu keşfettim.

Yavaş yavaş beni mutlu eden her şeyi hayatıma geri almaya başladım. Ya hep ya hiç kişiliğine sahip olan insanlar ruhu ve yaşantısı hastayken, bir tuşa basar sanki, her şeyi kapatır. Ne yazar, ne çizer, ne okur ne de ruhunu besleyen başka bir şeyle uğraşır. Sadece hayatta kalmak için yapmakla yükümlü olduğu ve başkasına karşı sorumluluklarının gerektirdiklerini yaparlar… Yarı yaşam diyorum buna… Kişinin yarısı yaşıyordur sadece. Topluluk içinde işlev gören yarısı… Diğer yarısı beklemededir… Onu artık uyandırdım, algımı nelerin güçlendirdiğini keşfettim, bir tetik silsilesi misali kendim olma yoluna geri girdim.

Büyümek algım üzerinde harika yeniliklere neden oldu. Önceki bakımımda bir aşk kadını olduğumu söylemiştim, fakat aşkın süreci ile ilgili algım olgunlaştı, değişti. Aşk’ın tdk’daki tanımı “bir kimseye ya da bir şeye karşı duyulan aşırı sevgi ve bağlılık duygusu.” Aşkın; her şeyin mutlaka aynı şekilde devam etmesi anlamına gelmediği aynı zamanda yenilenmesi, farklı bir şekil alması, olgunlaşması ile daha güçlü hale gelebileceğini öğrendim. Eskiden Aşkı o kelebeklenme hissi ile tanımlardım, yokluğunda ben de kaybolurdum. Kelebeğin ömrü ne kadar ki? Aşkın ilk evresi de işte o kadar sürer… Şunu öğrendim; sonraki evreler çok daha güzel. Kaybetme korkusu, karşısındaki bulmaca gibi çözmeye çalışma uğraşı ile aşılanmış aşk daha şiddetli hissedilir fakat benliğe-ruha zararı aşktan soğutmaya yetecek derecededir. Bu bakımda olgun aşka tamah etmeyi öğrendim. Aşk hayatımızda her yerde var. Onu algılamak önemli olan. Algınıza alın aşkı. Hayatınızı aşkla doldurun… Güne başlarken sizi bir gülümsemeyle yolunuza gönderebilen kişileri tutun orada… Çevrenizdeki canlılara, objelere, olgulara, bilgilere heyecanınızı merakınızı canlı tutun; o zaman her köşede bir parça aşk sizi bekler…

Biraz da algıyı düşürmek gerekebilir diye düşündüm bu bakımda. Algısı yüksek bir insan olmak çevredeki birçok olayın, tepkinin ve hissiyatın farkında olmak demektir. İşini yapmaya çalışırken bir çok değişken döner durur çevresinde bu insanların. Odaklanırken algıyı da kısmak zaman zaman faydalı olabilir. Algısı düşük veya normal kişilerde bu empati azlığına nenen olabilirken algısı yüksek kişilerde çok da güzel bir duruma dönüşür J Bazen kabustur çünkü algı… Mesela karşındaki insanın seni kırdığını düşündüğünü biliyorsun, algılayabiliyorsun, fakat gerçekte kırmamıştır, o kişiyi bilirsin tanırsın iyi niyetin insaniyetin merkezidir, ne yazık ki o yanlış düşünüyor diye düşünür üzülür algına sokar, algınla davranışlarını değiştirirsin… Dedim ya kabus. Anlatması bile. Ya da karşındaki insanın bir davranışı olur seni hiç rahatsız etmez, hoşuna bile gidebilir fakat onun bunun tersine düşündüğünü hisseder ve sanki o algıyla rahatsız etmiş gibi davranırsın falan filan… kısacası çok hassas olmayacaksın kardaş!!!!!

Benlik duygusunun varlığı, baskınlığı veya yetersizliği hayatımızda en çok felsefi olmak üzere tartışılmış olan bir olgudur. Abartılmış benlik ile şişirilmiş egonun hor görülmesi yelpazenin bir ucunda, diğer ucunda ise yetersiz benlik duygusu olanların aşağılanması bulunmaktadır. Azı karar çoğu zarar yasası sanırım burada en etkili silahtır. Sürekli egonun zararlarından bahseden, her konuşmayı, her yazılanı oraya bağlayan kişinin derininde bu konuyla ilgili sıkıntısı vardır. Ve kanımca benlik duygusu çok gelişmiş kişilerin sorumluluk anlayışı da baskındır. Kötü gibi görünen birçok özelliğin ek getirisi vardır. Bazen kendimizi kaf dağında görür karşımızdakileri insani zaafları yüzünden küçük görürüz, bunu yapmamak lazım.

Bilimin bile pozitif kabul edilmediği bilim dalları vardır… Kanıta dayalı tıp ile çıkar gözetmeksizin yapılan çalışmalar ışığında bile olsa hiçbir zaman genelleme yapılmamalıdır, unutulmamalıdır ki hastalık yoktur hasta vardır… ve genellemeler çok zarar verir. Bunu hem sağlık çalışanı düşmanları hem de sağlık çalışanları zaman zaman yapabilmektedir. Bana öyle görünmektedir ki, kişi en inançlı olduğu davasında bile, kendi kişisel sınırları- benliği ve ailesi için gösterdiği hassasiyeti uygulayabilmelidir, öngörülü-içgörülü ve sağduyulu olabilmelidir.

Bu yıl ki bakımım devam edecek duyduğum minnet ise hiçbir zaman bitmeyecek. Öyle minnettarım ki sahip olduklarım, geride bıraktıklarım ve henüz yelken açmadıklarım için…