Kategori - Genel

Matriksin şifresi

 Dünya’nın son kullanım tarihi sanki, yaklaştı… Bu zamana kadar geldiğim yola bakıyorum; hayatım çok farklı olacak sanıyordum ben, ben farklı bir insan olurum sanıyordum… Ne hayatım ne de ben beklediğim gibi çıkmadı… Umduğumdan çok daha farklı noktalara gelmiş hissediyorum kendimi. Hep kurallara uygun yaşayıp varoluş sorgulamasını bastırmaya çalıştım.



Aklımızla oynamayın...

Şu anda ülkemizde sinsi amaçlarla (!) gündem yoran konuya biraz da ben değinmek istedim. Şu konuda hemfikir olduğumuzu düşünüyorum; bu fikri benimseyip de akıl sağlığı ve vicdanı tam olan hiç kimse zaten yoktur. Ayrıca hepimiz biliyoruz ki tecavüze uğrayan insanlar sadece kadın değildir. Sadece çocuk değildir ve her zaman medeni durumu da bekar değildir... Her şeyi geçtim yasayı akıl sınırlarının dışına taşıyan bir etmen de bu durumdur. Bu konuda ben sözün bittiği noktadayım. Fakat bu durumu fırsat bilip bazı şeyleri vurgulamak da istiyorum. Maalesef toplumumuzdaki iyi niyetli ve temiz erkeklerin bir haber olduğu bir durum bu. Ortaokul ve lise yıllarımda ben de sadece bir çocukken bir çok türk kızı gibi dehşet verici tacizlere maruz kaldım. Bunu biraz büyüyüp korkmamayı başladığımda üniversitede bir erkek arkadaşıma anlatmıştım ve öyle şok olmuş öyle dehşete uğramıştı ki toplu taşıma araçlarında savunmasız dişilerin koruyucusu moduna girmişti :) Bu farkındalık bile bana yetmişti, çünkü benim sesimi çıkaramadığım zamanlarda bütün otobüs de sessizlik yemini etmiş gibiydi... Benim tek koruyucum korkusuz ablam olmuştu. Sanki aynı dertleri o da yaşamıyormuş gibi... Geçenlerde bir dizide bir öğrenci hocasına onun yanında güvende hissetmediğini söyleyince öğretmeni dehşete kapılmış ve "gerçekten böyle mi hissediyorsun" demişti. Kızın cevabı ise hepimizin cevabıydı. Biz kadınlar kendimizi HİÇBİR yerde güvende hissetmiyoruz. Bu bir toplu taşıma aracı olabilir, sahil kenarında bir yürüyüşe çıkmış olabiliriz, yalnız veya kalabalık içinde olabiliriz. Hiç farketmez!! Bu duyguyu anlamak da fıtrat meselesidir; anlaşılmasını asla bekleyemeyiz çünkü mümkün değildir. Sadece bunun bilincinde olmanız ve ona göre davranmanız bile bizim için çok büyük bir devrim olacaktır. Bütün yaratılış bir bütündür ve her varlık birbirine ihtiyaç duyar. Bu aşağılayıcı bir durum değildir. Lütfen birbirimizi artık bütünlemeye çalışalım dışlamaya değil...
Biliyorum ki bana ve karşılık veremeyecek durumda olan her masuma yapılan zulümler cevapsız kalmayacaktır... Ve ilk başta ablam Yeşim olmak üzere vicdansız insanların ektiklerinin biçilmesini beklemeyen destekleyen herkese teşekkür ederim.
Hayatı akışına bırakmak güzeldir ama toplumsal vicdanın yasal yaptırımları olmayacaksa çekilelim hepimiz inzivaya...


Türkiye'de bir uzaylı

Olan olayları çok fazla anlayamadığım, teoriler üretemediğim, altta yatan derinliklere ulaşamadığım doğrudur. Gerçek şu ki çoğumuz itiraf edemese bile “gerçek” bilmediğimiz ve belki de asla bilemeyeceğimiz değişkenlerle sürekli değişen bir durumdur. 

Politikayla hiçbir zaman anlaşmadığımız, daha doğrusu kendisini anlayamadığım için seviyeli bir ilişki sürdürdüğümüz de doğrudur… Fakat ben bu ülkeye 10 yaşında geldim. 10 yaşıma kadar annemin çabalarına rağmen bu dil ve kültürden oldukça -fersahlarca- uzaktım. Kardeşlerimle birlikte bu yapboz bilmecesi ülkeye alışmaya çalıştık. Her birimiz farklı şekilde ifade etti kendini. Belki içe dönük yapım da etkili oldu ama kendimi derslere ve başarıya odakladım. Ve adapte olmaya… Bu savaş öyle çetindi ki üniversite yıllarına kadar ülkenin sorunlarından, yönetiminden, siyasi yapısından habersizdim. Ve çok zor bir süreçti. Ama bu süreç doksanlarda yaşandı. Geldiğim ülkede birçok milletten gelmiş insan bir yere toplanmış ve “Avustralya”lı algısını oluşturmuşlardı. Ve Türkiye’ye geldiğimizde sudan çıkmış balık veya Sting’İn dediği gibi “Legal Alien” konumunda dile, insanlara, kültüre, eğitim müfredatına, yaşam şekline, sınırlanmış özgürlüklere alışmakta epeyce zorlandık. Fakat başardık; çünkü Türkiye de “Türkiye”li algısını taşıyan bir ülkeydi. Seven herkes için memleketti, ve çoğu insan kalp temizliğinle yetinirdi seni kabullenmek için. 

Evet doğrudur, ben hümanistim. Öyle doğdum, öyle öleceğim. Cuma günü yaşanan olaylarda kalkışılamamasına çok sevindim ama çok da umutsuzlaştım. Bir tehdit yaşandıysa bu hepimizin tehdidiydi ve bunu böyle algılamak yerine bölündük. Birbirimizi kırdık, dövdük, öldürdük. Beni bütün farklılıklarımla kabul eden ülkeye ne oldu? Üniversite yıllarımda Anadolu’nun farklı şehirlerinde geçirdiğim zamanlarda her kesimden ve gönülden arkadaşım ve dostum oldu. O ülkeye ne oldu? Listemden birisi yazmış “sonuna kadar idam, herkesin cezasını çekmeli” diye… İdam mı? İnsan öldürmek en büyük suç ve günah olabilir ama kanımca insanı öldürmekten beter eden suçlar da var ki bunlar dahi idam edilemez. Dini dayanak aldığını savunanlar; dinde Allahın verdiği canı almak günah değil midir? İnsanlığa sığınanlar; idamı istemek hangi insani duyguyla örtüşür? Çok başarısız bir ırk değil miyiz? Bunca yıldır yaşadık, okuduk, öğrendik, keşfettik, düzenler, sistemler, birlikler kurduk… Ne için? İdama dönmek için mi? Bunca yıllık çabamız ruhumuzun savaşı boşa mıydı? Yine toprak, güç ve paranın kölesi olarak güçlü olanın güçsüz öldürdüğü bir yaşamı mı istiyoruz? Acaba insanlık olarak ruhumuz hiç evrilmedi mi? Hep böyleydik, süslerle gizledik mi? 

Canım Türkiye’m ben seni çok sevdim, sen de beni kabullendin, bağrına bastın ve ayırmadan sevdin. Şimdi sorun sende değil bende, değişen sen değilsin benim, biraz zamana ihtiyacım var, ciddi bir ilişkiyi yeni bitirdim… Çeşitli klişe kalıplarla seni kırmadan uzaklaştırmak istiyorum ama elimde değil; çünkü Türkiye’m sen çok değiştin!!! 

Bunu en iyi anlayabilecek insanlardan biri benim; ben bu dili, dini, kültürü bilmez ve anlamaz iken bile çok daha özgür, rahat ve memleketimde hissediyordum kendimi, şimdi aradan 23 yıl geçti ve artık o rahatlığım yok. Artık hiç kimse kendini evinde gibi hissetmiyor bu ülkede…


Hatalarımız...

İnsan dediğin kusursuz üretilmemiştir. “İnsani” duyuları ile zayıflatılmış varlıklardır. “İnsani” duyular olumlu bir olgu olabilecekken çoğu senaryoda olumsuz olarak karşımıza çıkmaktadır. Nihai amaç da –bence- bu insani duyulardan sıyırılıp hataların farkına varmak ve adım adım bu hataları düzeltmeye yönlenmektir. Hayatımızın amacı –bence- kişisel gelişim de denebilecek bu yolculuktan ibarettir. İyiye ve doğruya ulaşmaya çalışmaktır. Önceki yıla göre daha beklentisiz, daha merhametli, daha bağımsız ve ruhani anlamda daha çok olmakla ilgilidir takvim sayfalarının döngüsü… Ben de insanım ve ben de hatalar ile doluyum. Ben de kalp kırıyorum, ben de yanlış yapıyorum, ben de beni zayıflatan insani duyularımın esaretindeyim. Naçizane farkım ise yalnıczca “farkındalık”tır. Her güne “bugün hangi hatamı” düzeltebilirim diye başlıyorum. Günün sonunda kafamdan o günün bilançosunu geçirdiğimde hangi hatalarımı nasıl iyileştirebilirim diye düşünüyorum. Bu nedenle biraz da olsa ahkam kesmek olarak görülebilecek bu sözleri kaleme dökmeye cesaret edebiliyorum.


Tepe

Çocuk ruhu veya olgunlaşmamış erişkin ruhu sadece ister; imkansız-zararlı-mantıksız olduğunu bilse bile elde etmek için çaba sarfeder son noktaya kadar direnir. İnsanın ne zaman ki ruhu olgunlaşır kendini geliştirir o zaman sese dökmek istediklerini sessizce yaşar dile getirmez. Olanaksızlığın dile gelmesindeki zararı farkeder. Bu olgunluk mu, bezginlik mi yoksa umudu yitirmek mi bilemiyorum. Azim gereksiz ısrar demek değildir onu biliyorum ve susuyorum…