Kategori - Genel

Empati

Empati karışık bir durumdur. Türk dil kurumuna göre tanımı: “Kişinin kendisini başka bir bilincin yerine koyarak söz konusu bilincin duygularını, isteklerini ve düşüncelerini, denemeksizin anlayabilmesi becerisi” şeklinde yapılmıştır. Fakat bu yeti iyi için de kötü için de kullanılabilir. Varlığı da yokluğu da, fazlası da eksiği de sorun yaratır. Varlığında; eğer aşırı ise,  kişiyi işlev göremez hale getirir. Bazı çalışmalarda aşırı empati olan kişilerin paradoksal olarak durumu anlayabilme kabiliyetinin azaldığını gösterilmektedir. Her durumda sosyal olarak işlev göremeyen bir birey söz konusudur. Yine kendi isimlendirdiğim ve tanımladığım bir kavram olan negatif empati yani “Nempati” durumu da sorunsaldır. Kişi karşısındakini anlar kendi o durumda olduğu zamanlarla kıyaslar ya da öyleymiş gibi hissedebilir fakat bunu aşırı fazla yapar. Empati yapayım derken Nempati yapar, buluttan nem kapar, konuyu kendisine çevirir. Kendini ön plana çıkarır, empati gösterdiği durumu kendine ait yapar. Yokluğunda ise çeşitli pskiatrik sorunlar söz konusu olabilir. Örneğin antisosyal bireylerde, narsistik kişilik bozukluğunda veya otizm varlığında…

Empati yapabilme yeteneği olmasına rağmen bunu yapmayan kişiler ise bencil olabilir.

Empatiyi kötüye kullananlar karşıdaki durumu bilip anlayıp, kendini de yerine koyup karşısındakini yargılamak, aşağılamak için kullananlar…

Kabaca; yaşamadığı şeylerle ilgili empati kuramayan insan biraz bencil yaşadıklarıyla bile kuramayan ise pskiatrik hastadır da denebilir…  

Yani empatinin varlığı da yokluğu da sorun yaratabilir. Evrimi konusu ise çok daha kapsamlı başka bir yazının yolcusudur.

Bu yüzden empati yapacak kadar bilgiye sahip olmasanız bile bilmeden yargılamayın!!! Dışarıdan kötü görünen, toplum geneli tarafından kınanan bazı durumları düşünün; mesela tembellik… Çoğu üşengecin, tembelin altında bir mükemmeliyetçi yatar… Mesela vurdumduymazlık… Kimi umursamazın altında kendine zarar verecek kadar umursayan zorlanmış bir ruh yatar… En rahat görünen kişilerin merkezinde her şeyi kafaya takan obsesif bir yapı barınıyor olabilir… Ya da kişiyi hemen bildimcilik ile belirli bir yere oturtmayın, olumlu görünen özellikler de olumsuz olabilir. Mesela tevazu… Aşırı mütevaziliğin altında aslında Tanrıcılık yatar. Ya da çok temiz saf görünen bir insan aslında alt yapısız ve basit yapılı olduğu için öyle görünüyor olabilir.

Her kimsenin kendine ait bir dünyası vardır. Bizim yaşamımıza bazen paralel bazen dik şekilde bazen yakında bazen uzakta devam etmektedir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, tepki verirken bunu göz önünde bulundurmak lazım diye düşünüyorum.


Vicdan Evrimi

Bu gezegende, insan dışı canlı olmak kadar zor olmasa da, insan olmak da zor. Beyniyle veya vicdanıyla hareket eden kişi sürekli acı içindedir, aralarda anlık mutluluktadır… Sürekli sorgulamaktadır, çevreye verdiği zararı, diğer canlılara verdiği zararı, ihlal ettiği hakları… Daha iyi olmak istemektedir her daim, her zaman bunu başaramamaktadır. İç görü gözü körelmiş kişiler ise çeşitli nedenlerden ötürü bu durumu yaşarlar. Maddi manevi veya psikolojik-psikiyatrik rahatsızlıklar varlığında… Dışarıdan bakılırsa hayat onlar için daha kolaydır. Dışarıdan bakılırsa…

Bütün arayışlarımız var oluş suçluluğunu dindirmeye yönelik değil mi aslında? Var oluşumuzla, yanlış kararlarımız, umursamazlığımız, üşengeçliğimiz, “dünyayı ben mi kurtaracağım” tavrımız, yorgunluğumuz, bezginliğimizle zarar verdiklerimize kendimizi affettirmek amacıyla değil midir?

Bu suçluluk duygularından uzak durmayı başaranların, bir nebze de olsa bir fark yaratanların durumu da bir karışıktır. Bazılarının hissettiği üstünlük duygusu (farkında olmasalar da) ile tasladıkları bilgelikler suçlu hissedeni daha da dibe batırıyor, başarılı olmasını birazcık daha zorlaştırıyor. Kendilerini ise varmak istedikleri barışçıl ve aşkın konumdan aslında uzaklaştırıyor… Bazılarının tabii.

Neden buradayız sorusunun cevabı sürekli aranmaktadır. Farklı insanlar hayatlarının farklı dönemlerinde bu lanete maruz kalmaktadır. Lanet demek doğru mudur bilmiyorum. Aydınlanma sürecinin başlangıcı da olabilir, sürekli karanlığa hapsin habercisi de…

Yani aslında konu göründüğü kadar karmaşık değil. İnsan beyninin geldiği noktada vicdani sorumluluğu da, ruhsal çekişmeleri de ve var oluş eziyeti de evrimleşmiştir. Geldiği bu noktanın sadece kaymağını yiyen sefasını süren kişilere halk arasında “vicdansız, şerefsiz, cahil, aptal” etiketleri yapıştırılmaktadır. Şu bir gerçek ki bu tür evrim süregelen bir eziyet hali getirmiştir insan varlığına… Bunu hafifletmeyi başaranlar, başaramayanlar ve görmezden gelenler de bir arada yaşamaktadır. Bütün hikaye budur.

 


Mutlulaşmak

Mutlulaşmak

Bir insan her zaman mutlu olamaz, kabul. Zaten bu durum mutluluk tanımını değiştirir kanımca. İnsan zorla da mutlu edemez kendini ancak mutlulaşabilir bence. Bu kavramı ben uydurmuş olabilirim belki. Mutlulaşmanın faydalarını ve yöntemini de aktarmak istiyorum şimdi : ) Diyelim ki bir sabah uyandınız ve çok mutsuz hissediyorsunuz kendinizi. Bunun sebebi yaşadığınız bir olay, kafanızdan atamadığınız bir düşünce ya da kapılıp kaldığınız bir duygu olabilir. Fizyolojik olabilir, psikolojik olabilir, ilaç etkisi olabilir, hormonal olabilir… Sebep her neyse… Bir şekilde de gününüze devam etmek zorundasınız. Sürekli dairede dönen hamster gibi devam etmek zorundasınız. Bu suni dünyanın yapma ve saçma bir kuralı olsa da fikirlerinizden bir anda o düzenden sıyrılabilecek gibi de değilseniz o anda, devam etmek zorundasınız. Mutluluğu içinizde bulun demeyeceğim. O uğraş daha kronik-uzun süreli-hayat hedefli-sürekli bir amaç… Bizim durumumuz ise akut, birden gelişen ani bir mutsuzluk durumu. Çözümüz de ancak anlık, günlük veya idareten olabilir. Evrimle biz çok garipleştik. İnsanoğlu çok garipleşti. Bazen –hatta çoğu zaman- neyi neden hissettiğimizi bile anlayamayız… Bırakın dünyayı anlamayı, bilimi, politikayı, enerjileri, dengeleri anlamayı, kendimizi anlayama çalışarak analiz içinde kafayı yemiş bir ömür geçirebiliriz. Bilirim ben, o analiz sınırı aştı mı, o çizgiyi geçtik mi, özeleştiri yapıcı halden çıkar da artık… Ama demem şu ki bazen neden mutsuz olduğumuzu bile bilemeyiz. Eğer beynimiz daha basit bir düzeyde çalışıyorsa günlük olaylara, insanlara atfedebilir buna inanabiliriz; eğer o anda duygu-durumumuz analize müsait değilse yine aynı şeyi yapabiliriz… Durup bir düşünmek, Tıp’ta dendiği gibi ‘Önce Zarar vermemek’ v.s gibi gerekliliklere hele hiç girmiyorum. Diyorum ki, diyelim ki mutsuzuz, aniden, beklemeden sebepsiz veya sebepli yere mutsuzlaştık. O zaman ne yapacağız??? Mutlulaşacağız. “I need to get Happy” diyeceğiz. Nasıl mı? Mesela benim için en etkili olan yöntemlerden biri müziktir. Bilirim ki mutsuzken, insan onu mutlu edecek her şeyden de kaçmak ister. Sanki o melankoli içinde kendine acımaya devam etmek ister. Üşenmeyeceğiz, ruhumuz söz konusuysa üşenmek yok… Müzik ise en canlandırıcı, gaza getiren müziğimizi dinleyeceğiz… Kahveyse bardak üstüne bardak içeceğiz… Kendimizi ifade etmekse; sayfalarca yazacağız ya da konuşacağız… Su ise su, duş ise duş, koşu ise koşu, masaj ise masaj… Kişiye özel yöntem her ne ise… O. Ha o yönteme ulaşabileceğimiz ortamda değilsek çok küçük değişikliklerle o koşullara ulaşmanın yolunu bulacağız, kısa süreli de olsa ortam değiştireceğiz… Köklü değişimlerden bahsetmiyorum, atla deve değil, yapılabilir şeyler bunlar.

Hadi mutlulaşma zamanı… Dünya başımıza yıkılmış mı hissediyoruz?? Kafamızdan atılamayacak dertlerimiz mi var? Hiçbir şey yok ama kendimizi kendimiz değil gibi hissediyoruz ve mutsuzluğumuzdan ötürü de suçluluk mu hissediyoruz???

Neyse ne… Bir an için mutlulaşma zamanı. Bu yaşam tuzağından kurtulmanın yolu en azından benim için açık değil, mutluluk kahkaha neşe umut ise bulaşıcıysa… Hadi bir an olsun mutlulaşalım, yayalım.


Üç ay

İnsan evrimi çok farklı boyutlarda gerçekleşmiştir. Fiziksel evrimi-endüstriyel evrimi-teknolojik evrimi derken bir noktada çok büyük bir zıplama ile bir anda ulaşılmaz hale gelmiştir. Yıllar yıllar yüzyıllar sürse de yine de “bir anda” hayal gücüyle-zekasıyla-sosyal yetenekleri ile bambaşka bir konuma oturmuştur. Öyle ki grandiyöz sanrıları ile kendini en muhteşem zannedecek duruma gelmiştir. Benim fikrimce de internetin çıkmasıyla insanda “ruh evrimi” meydana gelmiştir. Evrim iyi ya da kötü bir olgu değildir, sadece olan bir şeydir. İyiye gidiş anlamına gelmez. Ruh evrimi de kanımca iyiye gidişe kesinlikle vesile olmamıştır. Bugün gök tarihinde önemli bir günmüş. Hem mavi ay, hem tam ay tutulması hem de süper ayın bir arada görüleceği nadide bir günmüş. Benim aklıma Haruki Murakami’nin dünyalarından birini getirdi. Hayal gücü bence evrimin getirdiği iyi şeylerden biri… Haruki de bunun çok güzel örneklerinden biri. Çok yakınımda da çok güzel bir örneği var ama o başka bir yazının konusu…

Haruki diyorduk, Murakami de J Onun 1Q84 romanındaki 2 ayı getirdi aklıma bu durum… “Aslında” hayatımızdaki her şey değişiyor… Hani yüzyıllar süren evrim aslında “bir anda” her şeyi değiştirdi ve insanlığı kibir tahtına oturttu ya, günümüz siyasetinde coğrafyasında yani hayatımızda her şey değişiyor ve tasavvur edemediğimiz üçüncü bir evrim zıplamasına doğru gidiyoruz. Haruki’nin dünyasında bu değişim ikinci ayın belirmesiyle kendini dışa vurdu. Herkes göremedi belki ama bir belirtisi vardı. Bugün aynı günde aynı gökte yaşanacak olan bu üç ay durumu da yaşadığımız akıl almaz gelişmelerin bir dışa vurumu olsa da, değişeni bir kez de görebilsek, hoş olur muydu? Olmaz mıydı? Bunlar sadece bilim dediğinizi duyar gibi oluyorum… Hayal gücü evrimin getirdiği en güzel şeylerden biri iken varsın saçmalayan ben olayım. J


Yazı yazdıran mı makbuldur yoksa iç ferahlatan mı?

Hangisi daha makbuldur; yazılar mı yazdıran yoksa iç rahatlatan mı?

İnsan evrimleşe evrimleşe karmaşık bir varlık haline gelmeyi başarmıştır. Bazen istediklerimiz ve ihtiyacımız olanlarla bilinçaltı benliğimizin ihtiyaçları uyum göstermez. Mesela bazı ilişkileri düşünün; toksik ilişkileri… Kendimize zararı olduğunu bile bile bırakamadığımız ilişkileri, kaçan kovalanır diyip geçmeyin… Daha derin sebepleri var evrimleşen insan yaratığının göremediğimiz boyutlarında.

Mesela babasız veya kötü bir babayla büyüyen bir kızı düşünün. Ona zarar veren bir ilişkide bile bırakıp gitmekte çok zorlanır. Buna öz güven eksikliği ve o en derinindeki varlığının bile algılayamadığı boşluk neden olur. Güvenlik duygusunu ararken en güvenemediğine saplanıp kalır. Çünkü hem güvenmek ister hem de karşısındakini sürekli imtihan eder. Onun da gideceğini ona da güvenemeyeceğini kanıtlamak ister adeta. Hayal kırıklığına bir kez daha uğramamak için. Aslında birlikte olmak istemediği birine de bağlanabilir. Görüşmek istemediği halde terk edilme korkusu nedeniyle kendisini karşısındakine bağlayabilir. Ama her an, hem –aslında istemediği için- hem de daima ani bir sınav sürprizi ile öğrencilerini şaşırtmak isteyen bir öğretmen gibi tetikte bekler. Bazen de birlikte olmak isteyebileceği ihtiyaçlarına iyi gelebilecek, ona zararlı olmayan biri ile karşılaşır. Yine çok hızlı ilerlemek ister. Kendi özgürlüğünü kısıtlamak istemediği halde o karanlık bilinçaltı bütün zekasını-sağ duyusunu ele geçirir. İstemese de sürekli karşıdan bir şeyler bekler; zaman, şevkat, bağlılık… Gerçekte bunlara henüz hazır olmasa da, bekler. Kendisinde olmayan duyguları var zanneder, varmış gibi gösterir, karşısından bekler. Alamayınca dünyası yıkılır, yıkıldığını belli eder. Yani kısacası kendine kötü gelecek birinde saplanıp kalır, kötü genelde gitmez çünkü minimumu vererek maksimumu alıyordur ve çok da umurunda değildir. İyi gelecek kişiyi de kendi sabote eder, kaçırır ve karşısındaki terkettiğinde “self fulfilling prophecy” yani kendini kanıtlayan kehanet yine kendini gösterir. Kısacası dünya tatlısı minnoş bir kız ona çok iyi gelebilecek bir ilişkiyi rezil eder. Bilinçaltının gizli hükmediciliğinin örnekleri çoğaltılabilir ama kalbime yakın olduğu için bu örneği vermek istedim…

Hani şu yazı yazdıran insanlar var ya; ruhunuzu sürekli tetikte tutan daima adrenalin salgılattıran… Gizemli davranan, karmaşık görünmek isteyen… (bazen de derininde fos olan) Güvenlik sağlamayan, her sınava tabi tutulduklarında her seferinde başarısız olacak ve “ben demiştim” ile egomuzun sağlam  kalmasını sağlayacak fakat kalbimizi paramparça edecek kendini kanıtlayan kehanetler… Onlar yazı için ilhamı sağlar, doğrudur… Fakat o yazı bir türlü kağıda dökülemez çünkü eksiktir hep, emin olma duygusundan yoksundur. İç ferahlatanda da elbette kesinlik yoktur ama en azından açıktır, dürüsttür, nettir; düz olsa da. Bu nedenle yazıyı yazdıran da aslında; odur. İlhamı, fikri, kıvılcımı düşüren başkası olsa da… Tıpkı şimdi olduğu gibi.