Kategori - Genel

Yaratılış ve Yönelim – Satış ve Aldatmaca

Etrafımıza baktığımızda görürüz; aynı işi farklı yapan farklı yollardan giden ne çok insan var… Bu pozitif bilimler için bile geçerli. Bazısı sessizce köşesinde işini yapıp faydasını öyle sağlamaya çalışırken, diğeri göz önünde olmayı tercih eder. Başınıza gelmiştir, medya veya sosyal medya aracılığıyla medyatikleştirilmeye çalışılan bir uzman görürsünüz; fakat hitap şekli, üslubu, iletişim yetisi, anlatma yetisi belki de genel olarak enerjisi sizi iter. Çünkü o kişinin yönelimi oralarda boy göstermeye elverişli olsa da yaratılışı buna uygun değildir. Bazen de biri çıkar karşınıza, bu tür platformlarda bulunmaya yaratılış olarak çok daha uygun fakat yönelim olarak çok uzak… O kişiler hayatları boyunca bunu duyarlar, “azıcık kendini satsan ortalıktaki tiplere bin basarsın”, fakat hiçbir zaman bunu önemsemezler. Daha farklı bir kumaşla üretilmiş farklı bir iplikle bağlanmıştır bu kişiler hayata… Biliyorsunuz değil mi? Hayatın bütününde bu böyle, yaratılış ve yönelim meselesi… Bir işi yapması gereken (iyi ve doğru yapacak olan) o işi yapmaz ama en yapmaması gereken (yozlaştırarak yapan) yapar ve sembol olarak da bilinir. Dünyanın hali bu yüzden içindeki iyi yaratılışlı insanların yönelimini yansıtmamaktadır… Aslında göründüğü kadar kötü olmayan dünya, iyilikleri gizlemektedir. Bu düzenin değişmesini çok olası görmüyorum.

CV diye bir belge var, hepimiz biliriz. Latince çerçeve ve hayat kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen bir kelimedir. Hayat çerçevesi… İnsanlıkta bir satış broşürüdür… Şişirilme ve gerçekle bağdaşmayan birçok özellik içerme ihtimali bulunan… Biraz önce yönelimden bahsettik, satış yeteneği iyi olan kişilerde yönelim de bu yönde ise ayaklı facialar yerden göğe dakikalar içerisinde çıkarılır… Bazı insan kendini iyi satar, yaptığı işi iyi yapsın yapmasın, duruşuyla konuşmalarıyla, tavrıyla, yaydığı özgüvenle “bilgin” insan olarak görülür. Bazıları ise kendini hiç satmaz, göstermez. Aslında birçoğu görünmek istemez. Çünkü olgunlaşmışlardır ve bilirler çok meydanda olmak çok beklentiye maruz bırakılmaktır ve mükemmel bir iş çıkarılmadıkça da kendini mutlu hissetmeyeceklerdir. Bu yüzden sessizce doğru işi alkış ve tanınma spotlarına ihtiyaç ve istek duymadan yaparlar. Aslında nadirdir içi dolu olan kişinin kendini satmayı bilmesi ve bu yönelimde olması… Örnekleri var elbette… Fakat çok sık rastlanan bir durum da değildir. Çünkü dünyayı bilmeye çalışmak için kişi kendinden başlamalıdır, en az seviyede bile kendini bilmeye başlayan varlık, dünyayı farklı görmeye başlar… Birçok satış bu nedenle aldatmacadır.

Bütün bu olgular biraz da barış ile ilgilidir. Kendini seven ve etrafın ne düşündüğü imgesiyle “gerçek” anlamda uğraşmayan kişi başkalarının onun hakkında ne düşündüğünü duyunca şaşırır. Yönelimi yaratılışıyla uyumlu olarak kendini gizli tutan içine kapalı kimseler, dışarıdan boş görünür. Fakat bunun bile farkında değillerdir.

Kişinin yaratılışı- yönelimi ve satış veya aldatma olasılığı ne olursa olsun içe bakmaya başladığında bazı gerçekleri bulur. Sürekli içe bakanlar ise kusursuz olmayı çalışmayı bıraktıklarında kendilerini bulur.


Tıp bayramı mı? hmmmm....

Tıp bayramı mı? Hmmmmm

Bugün size %100 yanlı bir yazı yazmaya geldim. Çünkü ben bugün Tıp bayramı olduğunu unuttum… Ha deli gibi kutlanan bir gün mü? Hayır. Üniversite bittikten sonra çalıştığım ve eğitim gördüğüm kuruluşlarda ya kutlanmadı ya da o üniversite yıllarındaki tadı vermedi… Hem eskisi gibi değildi, hem de biz eskisi gibi değildik. Fakat tıp bayramı yine de unutacağımız bir gün değil, doğum günümüz gibi hatırladığımız bir gün… Neden mi? Tıpla biz yeniden doğduk. Bazı meslekler vardır, kişiyi ele geçirir, yapısını kişiliğini ona göre yönetir. Tıp bunlardan biri… Bazılarımız bu kimlik içinde kaybolmaya ve hayatının en odağı yapmaya hazırken bazılarımız kendilerimizi bu meslekle tanımlamamak, “olduğum kişi değil, yaptığım iş bu” diyebilmek isteriz. Eğilimimiz ne yönde olursa olsun bizler doktor olduğumuz an, daha çok da tek başımıza bu meslekte kaldığımız an bu mesleğin “olduruculuğunun” farkına vardık. Ve inanın çok yalnız kaldık. Birden baktık ki dımdızlak ortadayız, hoca yok, insani koşullar yok, saygı yok, arkamızda duran kimse yok… Bu durumun bir diğer adı; mecburi hizmet… Yalnızlığımızın ilk farkına vardığımız an… Çünkü bizi, sizler sevmiyorsunuz, devlet sevmiyor, diğer meslek grupları sevmiyor, biz birbirimizi sevmiyoruz… Koca bir yalnızlık…

Öncelikle şunu bilmenizi isterim, doktorların büyük çoğunluğu idealistik olarak giriyor bu işe. Hele ki bizim kuşak doktorlar… Arada kalan… Eski jenerasyonun motivasyonlarını tam olarak bilemiyorum, yeni kuşak ise mutlaka rahat bölüm istiyor, bu nedenle eskiden puanı yüksek olan yoğun bölümlerde yerlerde sürünüyor… Herkese de hak veriyorum, çünkü biliyorum, kolay değil. Ama bizim kuşak, biz gözümüz kapalı girdik bu işe. İnsanlara yardım edecektik, bilimde ilerleme yapacaktık… bla bla bla… Hele ben, idealizmin de idealisti, bir ders kaçırmadım üniversitede olur da eksik bir şey öğrenirim de birine zarar veririm diye… Cahil idealist J İnsan her şeyi gerçek anlamıyla tek kalınca anlıyor. Yeni kuşak bunun farkında, biz ise şapşal idealistlerdik. Statü için de istemedik bu mesleği, doktor statüsü eski kuşaklara ait olan ve orada bitmiş olan bir durumdu. Para için istemedik. Doktorlar sizin hayal ettiğiniz gibi para kazanmıyor. Bu ülkede para kazananlar tüccarlar, mankenler-futbolcular, ünlüler… Ama kalkıp da onları darp edip senin maaşını ben veriyorum demiyorsunuz… Onların kazandıkları sizi rahatsız etmiyor…. “Ayyyy ne tatlış olmuş” veya “çok iyi transfer oldu süper bir oyuncu” diyorsunuz… Ne kadar yalnız olduğumuzu anlatabiliyor muyum?

Sonra uykusuzluk… Ne oluyor biliyor musunuz? Senelerde her gece en az 3-4 kez uyanınca bu hayat boyu devam ediyor. Biz çoğunlukla deliksiz uyku bilmeyiz. Her gece en az 3-4 kere uyanırız biz. Uykusuzluk çeken bilir… sonra da ertesi gün devam ederiz ve bu böyle gider.

İnsanlar bizden her şeyi bekler. Sevgi, şefkat, güler yüz, mucize… Her şey iyi giderse Allah yardımcı olmuştur, en ufak bir terslikte yardımcı olmak için kendini paralayan o doktor, deccal olur.

Bakın arkadaşlar, biz de insanız. Belki bir gün robot teknolojisi yerimizi alacak ama şimdilik insanız. Biz her koşulda işimizi layığıyla yapmaya devam ediyoruz ama unutmayın ki biz de acıkırız, biz de üzülür kırılırız, korkarız, kızarız, tehdit edilince umutsuzlaşırız… Eğer bizi çok uzak görüyorsanız kendinize, çok suratsızsak, gıcıksak bunu siz yaptınız… Devletimiz yaptı. Doktor düşmanlığı modası da son gaz sürüyor… Arkadaşlar bizi rencide etmek için yanımıza gelmeyin lütfen. Sevmiyorsanız gitmeyin, konuşmayın… Üzgünüm bu böyle, biz de insanız.

Ben idealistlerin en idealistiydim. Konuşmaya başladıktan kısa bir süre sonra ben doktor olacağım dedim. On yaşından sonra bir de yazar olmak istedim, doktor-yazar olacağım dedim. Gözlerim doluyor bunları yazarken ama yazmak zorundayım, galiba pişmanım… Ben okuldayken sözel dersleri hep daha iyi olan bir çocuktum, Türkçeyi sonradan öğrenmeme rağmen en iyi dersim edebiyattı, müziğe ilgim vardı, sayısal derslere yeteneğim daha azdı başarım daha azdı sosyale kıyasla ama Tıp bir aşktı ve peşinden koştum. Başarabilmek için her şeyimi verdim. Şimdi diyorum ki keşke yazar olsaydım. Bir durup düşünün lütfen: Benim kadar idealist, paraya zarar verici ve yanlış ölçüde değer vermeyen, hırslı, başarı odaklı, inatçı, her şeyden çok merhametli biri bu hale geldiyse… Siz ne yapıyorsunuz?? Allahaşkına ne yapıyorsunuz…

Ben bayramımız olduğunu unuttum bugün, çünkü kutlanacak bir şey kalmadı. Fakat bizim merkezimize işlenmiş olarak sorumluluk anlayışıyla tam gaz yılmadan devam ediyoruz, edemeyecek duruma gelene kadar.


Kadın olmak

Kadın olmak öyle güzel ki… Hiç girmek istemiyorum olmalı mı olmamalı mı tartışmalarına...Ulusal yas günü mü olmalı yoksa kutlama mı yapılmalı diye… Niyet tebriktir, anmaktır. Geçmiştekileri anmak, emeklerine ve fedakârlıklarına şapka çıkarmak; günümüzdekileri tebrik etmek, varlıklarının önemli olduğunu hissettirmek… Bir de keşke ihtiyaç olmasaydı bugüne de “neden erkekler günü yok?” diyenlerde haklılık payı olsaydı… Ne mutlu erkeklere ki gün atanmamış onlara, kadınlar da bu durumda olmayı isterdi.

Kadın olmak her şeye rağmen çok güzel, gerçekten… Birçok karşı cinsimiz bilmiyor ki sözlü, fiziksel veya duygusal tacize uğramamış hiçbir kadın yoktur. Bazısı biraz daha şanslıdır… Birçokları bilmiyor ki yaptıkları genellemeler ile geri planda durmamızı isteyen oluşumun ekmeğine yağ sürüyorlar… Bunları bilmeyen karşı cinslerimiz birçok sorunumuzun farkında değil ve bu en masum hataları yapanlar bizim tarafımızda olanlar… ya olmayanlar???

Kadın olmak çok güzel ama arkadaşlar kadın olmak çok ciddi sorumluluk işi ve kadın olmak her senaryoda birazcık eksik hissetme ihtimali…

En mutlu ilişkilerde kadının dişil enerjisi erkeğin ise eril enerjisi ön planda görünmektedir. Toplumda daha aktif ve etkin rol almak isteyen, meslek başarısı peşinde koşunca dişil enerjisi eksik olmakla suçlanan… Spektrumun diğer ucunda ise muayeneye kocasıyla birlikte gelip kocası tarafından konuşmasına izin verilmeyen kadınlar…

Kadınlar anne olduklarında tamamlanmış hissetseler de bireysel yaşamlarında bir parça “eksik” veya ihmal hissederler…  Anne olan kadınlar çalıştıklarında da, çalışmadıklarında da biraz “eksik” hissederler, hissetmeseler bile hissettirilirler… Anne olamayanlar bunun “eksik”liğini hissederler…

 Kadınlar sakin olamadıklarında, yapıcı davranamadıklarında, dişil güçleriyle farklı görünüp farklı davranıp ilişkilerini yürütemediklerinde “eksik” hissederler…

Kadınlar annedir, bedeninde büyütendir, yumuşaktır, şevkattir, ayrıntıdır, barıştır, bilgeliktir, toplumun bekasıdır… Gıdaların genetiği ile oynanır da insanlarınki sabit mi kalır sizce??? Bütün bu çevresel değişimler genetik hafızaya olumsuz etki etmez mi? Kadın kendini geleneksel olarak atasından bir kez daha eksik hissetmez mi???

Kadın olmak çok güzeldir, zordur, olumsuz taraflarının en aza indirgendiği koşullarda bile eksik hissetme ihtimali en yüksek olandır. Oysa asla eksik hissetmemelidir. Kadınlar gününü böyle kutlayalım mı, kadınlara karşı bilinçli davranarak, onlara karşı duygusal istismarlardan eksik hissettirmelerden uzak durarak…


İnsan yetiştirmek- Benim Ailem

Eğitim ailede başlar derler ya, çok doğrudur. Çocuklarımız bizler hiç farkında olmadan o kadar davranış, inanış, tavır, hayata yayılış biçimi alır ki bizden, dehşete düşürür bu insanı… Genelde insanlar çocukları onlardan öğrensin ister, kendilerine benzemelerinden gurur duyarlar. Madalyonun iki yüzü vardır, sadece iyileri çekmez. O yüzden ebeveyn olmak çok zordur ve önemlidir. Her an mikroskop altındadır kişi ve o inceleme hayati sonuçlara yol açar… Doğuştan, çevresel ve ailesel özellikler vardır. Bence ırkçılık aileseldir, ahlak ve veya etik kurallarına bağlılık derecesi aileseldir, bağımsızlık hissi veya bağımlı kişilik bozukluğu aileseldir, güven duyma ilişkileri ve çelişkileri aileseldir. Sevgi anlayışı aileseldir, hayvan sevgisi, insan sevgisi, canlıya duyulan saygı aileseldir. Aşırılıklar aileseldir, yetersizlikler de… Ebeveyn olmak zaten zordu bütün bunlardan sorumlu olmak varlığının her anına özen göstermek durumunda kalmak daha da zorlaştırıyor. Sadece fiziksel ve maddi bir yük değil (anneler babalar yük denmiş istemez herhalde) aynı zamanda ciddi ruhsal, duygusal ve gelişimsel bir yolculuktur. Bu nedenle ebeveyn olmak eşsiz bir deneyimdir. Çocuğunun bütün bu özelliklerinin, kendimizdeki en iyiler ile donatılmış olmasını isterken kendimiz de gelişmek, büyümek öğrenmek ve döngüyü kırmak durumunda kalıyoruz. Zor iş ellağam… smile

Mesela ben herkesi olduğu gibi kabullenmeyi kardeşlerimden ve kardeşlerimle birlikte öğrendim. Çünkü aynı ailede doğmuştuk, aynı ailede büyümüştük ve buna rağmen fersahlarca uzaktık, farklıydık. Ve birbirimizi koşulsuzca, şiddetle seviyorduk. Kızsak da kavga da etsek, anlamakta güçlük de çeksek kabullenmek zorundaydık. Koşulsuzca sevmek durumundaydık çünkü birbirimize olan sevgimizin başka bir çeşidi yoktu. Ne olabilirdik, ne olamazdık, neyi yapabilirdik neyi yapmamalıydık birlikte öğrenmeye çalıştık ve birbirimizden çok şey öğrendik. Örneğin ablalarımdan biri, “gizli” hiçbir şey yapmaz. Hiçbir duygusu, düşüncesi gizli değildir. Neyse çat çat söyler, uyum sağlamak veya çatışma yaşamamak için gizli bırakmaz. Ben gizli duyguların zararını ondan öğrendim mesela… Ha değiştirebildim mi??? Belki bir gün. Mesela gizli ego; bu dışarıdan tamamen egosuz gibi görünen insan çeşidi içinde devasa bir yıkım gücü içerir. Gizli egosunu fark ederse kendini eğitebilir, farkında varmazsa açıkça egoist olan kişilerden çok daha büyük zararlar verir… Mesela gizli öfke… Bir kabustan farksız. Pasif agresiflik de denir ve ilişkilerin en güçlüsünü bile öldürür. Mesela gizli onaylanma ihtiyacı, dışarıdan kendinden emin görünen fakat mutlaka sevilmek isteyen onaylanmak isteyen kişi… Ablamda bu hele hiç yoktur, o neyse odur, herkes de istediğini olabilir, beğenmeyen de çekilebilir… Bu yüzden o kahramanlarımdan biridir.

Bir abimden cesareti öğrendim, sorgulamayı, koşulsuz kabul etmemeyi diğer abimden insan kırmamayı, sabırlı olmayı, rahat bırakabilmeyi…

Öğrendim dediysem… Kusurlu insan oluşumunun kendimce en kusurlu üyelerinden biri olan ben ne kadar iyi öğrenebildiyse…

Fakat bu ailede ben en çok kabulü öğrendim. Baktığımda renk görmem, din görmem, ırk görmem… Bunu öğrenilmiş olumlu bir özellik olarak söylemiyorum. Doğuştan ve bu ailenin içinde gelişen gözümün yapısı bu… Başka türlüsü de elimde değil. Ne benim ne de kardeşlerimin…

Uzun lafın kısası hayat zor, çocuk işi zor, kusursuzca yetiştirmek fikri zaten kusurlu bir düşünce ve imkansız… Peki ne yapabiliriz? En azından koşulsuz sevgiyi öğretebiliriz. Kendi aramızda olanın dışında- ben dışı, bizi dışı varlıklara karşı- sevgiyle hareket etmeyi öğrenebiliriz. Sadece ayrımcılık yapmayan bir insan olmak değil; bu özelliğin insan olmak ile eş değer olduğu algısıyla büyütmek… Bütün bu elzem ve eşsiz değerler için çaba sarf etmeden düşünmeden hatta farkına bile vardırmadan “olması gereken olduğu için” sahiplendirmek… En önemlisi budur bence.


Sevgili "diğer" insanlar

Sevgili diğer insanlar,

Size seslenmekte bu kadar geciktim ve tereddütte kaldım çünkü hep bildim, ben de sizin için bir “diğer insan”ım. Fakat sonunda anladım ki bu sizin benim için konumunuzu değiştirmez. Sınırsız empati de ne bana ne de size bir yarar sağlamaz.

Ey insanlar, bir işinizi yaptırtmak istediğinizde veya özel ilgi görmek veya bana başvurarak lütufta bulunduğunuzu düşündüğünüzde ettiğiniz cümleler var: “ Biz senden çok memnunuz, seni bu kişi tavsiye etti…”. Bilin ki bu cümleler artık kabul görmek isteyen, beğenilmek için çırpınan çocuk yanıma etki etmiyor, kısmen büyüdü… Benden memnun olmayın, bana tavsiye üzerine gelmeyin, beklentilerinizi üzerime yıkmayın. Ben işimi en iyisiyle zaten elimden geldiğince yaparım, size hak edin hak etmeyin saygı, anlayış ve şefkat gösteririm, sizden tek isteğim köstek olmayın. Haksız sorun çıkarmayın… yaptıklarınızı yapmayın… siz biliyorsunuz.

Ey insanlar, parayla yönetemediğiniz insanlar karşısında kalakalıyorsunuz değil mi?? Motivasyonlarını anlamak onları tanımak için çaba sarf etmeniz gerekiyor, sizi şaşırtıyorlar, garip olduklarını düşünüyorsunuz, deli diye damgalıyorsunuz… Ya kenara itiyorsunuz, yokmuş gibi davranıyorsunuz ya da aşağılamaya çalışıyorsunuz… ah siz insanlar.

Ey diğer insanlar, bir kısmınız sevdiğimin canını sıkıyor sürekli. En çok da sizlere kızıyorum. Benim gereğinden fazla mütevazi mükemmeliyetçi sevgilimin gölgesine su dökemezsiniz siz… Ne bu artistlikler afralar tafralar, hor görmeler, üstünmüş gibi davranmalar… Benim iyi niyetli olduğumu söyler çok insan, doğrudur da, fakat benim iyi niyetim sevgiliminkinin yanında şeytan kafası gibi kalır; öyle ya siz ve sizin gibilere çok maruz kaldım ben… O daha temiz kaldı, zaten en temizdi. Sizi var ya, bir kaşık suda boğarım elime geçseniz. Net.

Ey diğer insanlar… Ne büyük bir aldatmacanın içindeyiz farkında mısınız? Zaten sahip olduğumuz bütün ihtiyaçları elde etmek için kurduğumuz düzen büyük bir düzen eksikliği aynı zamanda… Pahalı evlerinizle, arabalarınızla, giysilerinizle duyduğunuz güvenlik, gücü yetemeyenlerin duyduğu özlem… hepsi yersiz. Bu düzen, yarı aç yarı tok, bütün doğa bizim için tasarlanmış tepe tepe kullanırız algısıyla sizce doğru mu?

Ey diğer insanlar, daha sonra yine görüşürüz… Aydınlanma süreci için çok yararlı olmasa da söylenmek ruhuma iyi gelir J