Özlü söz-3
Ne kolay kullanırız bu sözü: İyi ki varsın...
Oysa hiç basit değil... İyi ki var sın.
Başlığından anlaşıldığı gibi bu öfkeli bir yazı. Neden olmasın? Ben de insanmışım, öyle diyorlar. Benim de sinirlenmeye, ön yargılı olmaya, anlayışsız olmaya, empati yapmadan sadece öfkelenmeye hakkım varmış. Bu sefer idealist hümanist olmayacağım, çünkü inatla onu öldürmeye çalışıyorsunuz. Sizin alayınıza…
Eğitim ailede başlar derler ya, çok doğrudur. Çocuklarımız bizler hiç farkında olmadan o kadar davranış, inanış, tavır, hayata yayılış biçimi alır ki bizden, dehşete düşürür bu insanı… Genelde insanlar çocukları onlardan öğrensin ister, kendilerine benzemelerinden gurur duyarlar. Madalyonun iki yüzü vardır, sadece iyileri çekmez. O yüzden ebeveyn olmak çok zordur ve önemlidir. Her an mikroskop altındadır kişi ve o inceleme hayati sonuçlara yol açar… Doğuştan, çevresel ve ailesel özellikler vardır. Bence ırkçılık aileseldir, ahlak ve veya etik kurallarına bağlılık derecesi aileseldir, bağımsızlık hissi veya bağımlı kişilik bozukluğu aileseldir, güven duyma ilişkileri ve çelişkileri aileseldir. Sevgi anlayışı aileseldir, hayvan sevgisi, insan sevgisi, canlıya duyulan saygı aileseldir. Aşırılıklar aileseldir, yetersizlikler de… Ebeveyn olmak zaten zordu bütün bunlardan sorumlu olmak varlığının her anına özen göstermek durumunda kalmak daha da zorlaştırıyor. Sadece fiziksel ve maddi bir yük değil (anneler babalar yük denmiş istemez herhalde) aynı zamanda ciddi ruhsal, duygusal ve gelişimsel bir yolculuktur. Bu nedenle ebeveyn olmak eşsiz bir deneyimdir. Çocuğunun bütün bu özelliklerinin, kendimizdeki en iyiler ile donatılmış olmasını isterken kendimiz de gelişmek, büyümek öğrenmek ve döngüyü kırmak durumunda kalıyoruz. Zor iş ellağam…
Mesela ben herkesi olduğu gibi kabullenmeyi kardeşlerimden ve kardeşlerimle birlikte öğrendim. Çünkü aynı ailede doğmuştuk, aynı ailede büyümüştük ve buna rağmen fersahlarca uzaktık, farklıydık. Ve birbirimizi koşulsuzca, şiddetle seviyorduk. Kızsak da kavga da etsek, anlamakta güçlük de çeksek kabullenmek zorundaydık. Koşulsuzca sevmek durumundaydık çünkü birbirimize olan sevgimizin başka bir çeşidi yoktu. Ne olabilirdik, ne olamazdık, neyi yapabilirdik neyi yapmamalıydık birlikte öğrenmeye çalıştık ve birbirimizden çok şey öğrendik. Örneğin ablalarımdan biri, “gizli” hiçbir şey yapmaz. Hiçbir duygusu, düşüncesi gizli değildir. Neyse çat çat söyler, uyum sağlamak veya çatışma yaşamamak için gizli bırakmaz. Ben gizli duyguların zararını ondan öğrendim mesela… Ha değiştirebildim mi??? Belki bir gün. Mesela gizli ego; bu dışarıdan tamamen egosuz gibi görünen insan çeşidi içinde devasa bir yıkım gücü içerir. Gizli egosunu fark ederse kendini eğitebilir, farkında varmazsa açıkça egoist olan kişilerden çok daha büyük zararlar verir… Mesela gizli öfke… Bir kabustan farksız. Pasif agresiflik de denir ve ilişkilerin en güçlüsünü bile öldürür. Mesela gizli onaylanma ihtiyacı, dışarıdan kendinden emin görünen fakat mutlaka sevilmek isteyen onaylanmak isteyen kişi… Ablamda bu hele hiç yoktur, o neyse odur, herkes de istediğini olabilir, beğenmeyen de çekilebilir… Bu yüzden o kahramanlarımdan biridir.
Bir abimden cesareti öğrendim, sorgulamayı, koşulsuz kabul etmemeyi diğer abimden insan kırmamayı, sabırlı olmayı, rahat bırakabilmeyi…
Öğrendim dediysem… Kusurlu insan oluşumunun kendimce en kusurlu üyelerinden biri olan ben ne kadar iyi öğrenebildiyse…
Fakat bu ailede ben en çok kabulü öğrendim. Baktığımda renk görmem, din görmem, ırk görmem… Bunu öğrenilmiş olumlu bir özellik olarak söylemiyorum. Doğuştan ve bu ailenin içinde gelişen gözümün yapısı bu… Başka türlüsü de elimde değil. Ne benim ne de kardeşlerimin…
Uzun lafın kısası hayat zor, çocuk işi zor, kusursuzca yetiştirmek fikri zaten kusurlu bir düşünce ve imkansız… Peki ne yapabiliriz? En azından koşulsuz sevgiyi öğretebiliriz. Kendi aramızda olanın dışında- ben dışı, bizi dışı varlıklara karşı- sevgiyle hareket etmeyi öğrenebiliriz. Sadece ayrımcılık yapmayan bir insan olmak değil; bu özelliğin insan olmak ile eş değer olduğu algısıyla büyütmek… Bütün bu elzem ve eşsiz değerler için çaba sarf etmeden düşünmeden hatta farkına bile vardırmadan “olması gereken olduğu için” sahiplendirmek… En önemlisi budur bence.
Eskiden benim için kadın erkek yoktu, insan vardı. Sonra hayat oldu. Arka arkaya dizilen hayalkırıklıkları beni hümanist iken faşist yaptı, açık görüşlüyken suçlayıcı yaptı. Aslında hepsini de ben yaptım. Ben izin verdim. Gerçek şu ki Zaman Zaman karanlıklarda kaybolsak da içimizdeki ışığın sönmesine izin vermediğimiz sürece özümüz sabit kalıyor. Evet yenildim, evet kendimce çok karardım ama evet yine de hiç değişmemişim. Büyümüşüm ama hala hümanistim hala umut var içimde..
Benim kadar sabırsız bir insanın yazıyı demleye demleye yazması ilginç. Bir fikri geldiğinde üzerine tavuk gibi oturup beklemeyi seviyorum. Belki birkaç gün sonra belki birkaç ay sonra gelen fikir hep ilkini tamamlıyor çünkü, nedense… İşte kasım ayında birkaç fikir demeti sunuyorum şimdi.
Kabul etmek gerekir ki bu dünya güç çatışmasının olduğu bir yer. Yaşamımızın geçirdiği evrimde gücün en büyük kaynaklarından biri para… Zaman içinde gücü pekiştiren ve temsil eden araçlar değişse de gücün peşinde olma durumu ve gücün hükmediciliği değişmiyor.
Bu garip bir durum; bazı insanlar gücün egemenliğinden bağımsız –hatta habersiz- yaşıyor, saltanatını kabul etmek şöyle dursun çoğu zaman farkında bile olmuyor. Bu insanlar kullanılabiliyor, aptal yerine konabiliyor. Bazı insankar güçlü olsa da gücünü gösterebileceği bir alanda var olsa da güçsüz olarak algılanabiliyor. Çünkü kibarlığını bozmuyor. Çünkü özür dilemeyi biliyor. Çünkü unutuyor. Çünkü kin tutmuyor.
Bu güç savaşları testosterongillerde biraz daha ön planda… Genelleme yapmayı istemeden bu duruma dikkat çekmek istiyorum. Hem biyolojik etkiler hem günümüzde güç konumuna daha yakın olmaları nedeniyle bu durum söz konusu. Bence bazı erkeklerde sıklıkla rastladığımız “zeytinyağımsı özellikler” bu durumun bir sonucu. Bu da beni düşündürüyor; güç ve zeytinyağ gibi üste çıkma arasında doğru orantı mı bulunuyor? Bu durum erkeklerde daha bu çok görülüyor??
Yine gücün getirdiği yan etkilerden biri de narsistik özellikler barındırma durumudur. Narkissos suda kendi yansımasına aşık olmuş ve bu patolojik durumun isim vereni olmuştur. Narsistler kendileri ne kadar farklı ve özel olduklarını bilirler ve bunu herkesin görmesi için çok çok çok çalışırlar. Hırsları tamdır, risk almasını bilirler, liderlik vasıfları ön plandadır. Çevrelerindeki birçok insanı empati yoklukları ile ezerken kendileri hızla güçlenir. Yani güç… testosteron… zeytinyağ… narsizm… J
Bu insanlar; içgörüsüz, eleştiriye kapalı, rahatlıkla çevrelerindekilerden faydalanan, kendini aşırı önemseyen, üstün gören ve gösteren sürekli beğenilme isteği içinde olan ve sürekli bencil hedefler peşinde koşan varlıklar, maalesef dünyamızdaki güç konumlarının çoğunda yer almakta… İşte bundan ötürü umut çok ama çok azalmakta…