Popüler Yazılar


Sosyal fobi

Insanlar maalesef kızmadıkları sürece iletişimde hep planlı ve programlı ve stratejikler. Kızdıkları zaman bu stratejilerine ara verip farklı davranışlar sergileyebilirler bu nedenle başka insanlar da kızdırma stratejisini kullanır ve tencere kapak birbirini bulur. Peki ya bu stratejileri beceremeyenler? Kalbini yakasında taşıyanlar? Bu insanlar da karşılarındakine zaman tanıyabilmek ve kendi gibi olmadığını bildiği için zorlamamak için anlayış göstermeye çalışsalar da bir noktada patlak verir. Çünkü bu iki antite bir arada bulunamaz. Sonuç yine esmer günlerdir. Maalesef çözümü yok. Ben çok aradım ama yok.


16da astral seyahat

Geldi bir an kendimi ne yapacağımı bilememe dalgası dedim yak bir sigara sonra durdum yok dedim çıkar bir kalem. Seksen neslinin lise aşkları üzerinde düşündüm bugün. Aşkı en saf anlamıyla yaşıyormuşuz. Sessizce platonikçe her bakışa inanılmaz anlamlar yükleyerek hiç tam olarak itiraf etmeden hiç karşılık beklemeden yaşardık ve hiç bitmezdi. Sadece o insanı düşünmek hayal kurmak dünyanın en mutlu edici olayıydı. Yetişkinlikteki hayalkırıklıkları karşılık beklemeye başladığımız için belki de... 


Evrim

İnsan yavrusu dünyaya geldikten sonra olgunlaşmasını ve gelişimini en geç tamamlayan canlı türüdür. Bu süreç içerisinde acizlik seviyesi en yüksek olan bu aşamayı geçmek için ise başkalarına muhtaç olan canlıdır. Yetişkinleşen insan bir bakıma “nitelikli” hale gelir. Kaliteli yaşamak için acizliği devam etse de tek başına hayatta kalma yetisini kazanır. Nitelikli; bir şeyi yapabilme niteliğini ve ustalığını kazanmış olan, kalifiye anlamına gelir. Gerçekte öyle olmuyor ama… sizce de öyle değil mi? Yetişkinler olarak nitelikli birer çocuk haline gelmiyoruz. Kaybettiklerimiz kazandığımızdan çok daha fazla. Bunun suçlusu kim? Evrimin organikliğinin içine eden insan türü elbette… Insan hayatının evriminin bugün geldiği noktada çok zavallıyız. Zaten çocukken sahip olduğumuz mutluluk, huzur, neşe ve merakı elde edebilmek sürekli çalışıp kaybettiğimiz özelliklere ulaşmaya çalışıyoruz. Oysa yarattığımız bu çarpık düzende otuzlu yaşlara gelene kadar bizi çocuk yapan her şeyi yitirip yeni baştan arayışa giriyoruz. Onlar bizde vardı. Biz mutluyduk, neşeliydik. Müzik çaldığında çıldırasıya eğlenmek için alkole ihtiyacımız yoktu. İçimizden gelenleri söyleyip yaşamak için terapiye ihtiyacımız yoktu. Dünyayı güzel hale getirmek için öldürmemize gerek yoktu. Bizi bu hale getiren öngörü ve içgörü yoksunluğumuz oldu. Kaybettiklerimizin de “kazanç” olduğuna toplu halde inandık. İnandığımız için de gerçek yaptık.