Popüler Yazılar

Felsefe...

 "Cogito ergo sum" “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Rene’ Descartes’in ünlü sözü, felsefi yorumu; “Duyularımız bazen bizi aldattığına göre, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını farzetmeliyim.

Burada sobanın karşısında oturduğumu nasıl bilebilirim. Bundan emin olamam. Rüya ya da hayal görüyor olabilirim. Ya da muzip bir şeytan benimle oyun oynuyor olabilir. Kuşku duymayacağım tek şey, bir şey düşünüyor olmam. Rüya gördüğümü, benimle alay edildiğini ya da bir bedenim olmadığını düşünsem bile bu böyle. İşte buldum! Düşünüyorum, öyleyse varım!”


Türkiye'de bir uzaylı

Olan olayları çok fazla anlayamadığım, teoriler üretemediğim, altta yatan derinliklere ulaşamadığım doğrudur. Gerçek şu ki çoğumuz itiraf edemese bile “gerçek” bilmediğimiz ve belki de asla bilemeyeceğimiz değişkenlerle sürekli değişen bir durumdur. 

Politikayla hiçbir zaman anlaşmadığımız, daha doğrusu kendisini anlayamadığım için seviyeli bir ilişki sürdürdüğümüz de doğrudur… Fakat ben bu ülkeye 10 yaşında geldim. 10 yaşıma kadar annemin çabalarına rağmen bu dil ve kültürden oldukça -fersahlarca- uzaktım. Kardeşlerimle birlikte bu yapboz bilmecesi ülkeye alışmaya çalıştık. Her birimiz farklı şekilde ifade etti kendini. Belki içe dönük yapım da etkili oldu ama kendimi derslere ve başarıya odakladım. Ve adapte olmaya… Bu savaş öyle çetindi ki üniversite yıllarına kadar ülkenin sorunlarından, yönetiminden, siyasi yapısından habersizdim. Ve çok zor bir süreçti. Ama bu süreç doksanlarda yaşandı. Geldiğim ülkede birçok milletten gelmiş insan bir yere toplanmış ve “Avustralya”lı algısını oluşturmuşlardı. Ve Türkiye’ye geldiğimizde sudan çıkmış balık veya Sting’İn dediği gibi “Legal Alien” konumunda dile, insanlara, kültüre, eğitim müfredatına, yaşam şekline, sınırlanmış özgürlüklere alışmakta epeyce zorlandık. Fakat başardık; çünkü Türkiye de “Türkiye”li algısını taşıyan bir ülkeydi. Seven herkes için memleketti, ve çoğu insan kalp temizliğinle yetinirdi seni kabullenmek için. 

Evet doğrudur, ben hümanistim. Öyle doğdum, öyle öleceğim. Cuma günü yaşanan olaylarda kalkışılamamasına çok sevindim ama çok da umutsuzlaştım. Bir tehdit yaşandıysa bu hepimizin tehdidiydi ve bunu böyle algılamak yerine bölündük. Birbirimizi kırdık, dövdük, öldürdük. Beni bütün farklılıklarımla kabul eden ülkeye ne oldu? Üniversite yıllarımda Anadolu’nun farklı şehirlerinde geçirdiğim zamanlarda her kesimden ve gönülden arkadaşım ve dostum oldu. O ülkeye ne oldu? Listemden birisi yazmış “sonuna kadar idam, herkesin cezasını çekmeli” diye… İdam mı? İnsan öldürmek en büyük suç ve günah olabilir ama kanımca insanı öldürmekten beter eden suçlar da var ki bunlar dahi idam edilemez. Dini dayanak aldığını savunanlar; dinde Allahın verdiği canı almak günah değil midir? İnsanlığa sığınanlar; idamı istemek hangi insani duyguyla örtüşür? Çok başarısız bir ırk değil miyiz? Bunca yıldır yaşadık, okuduk, öğrendik, keşfettik, düzenler, sistemler, birlikler kurduk… Ne için? İdama dönmek için mi? Bunca yıllık çabamız ruhumuzun savaşı boşa mıydı? Yine toprak, güç ve paranın kölesi olarak güçlü olanın güçsüz öldürdüğü bir yaşamı mı istiyoruz? Acaba insanlık olarak ruhumuz hiç evrilmedi mi? Hep böyleydik, süslerle gizledik mi? 

Canım Türkiye’m ben seni çok sevdim, sen de beni kabullendin, bağrına bastın ve ayırmadan sevdin. Şimdi sorun sende değil bende, değişen sen değilsin benim, biraz zamana ihtiyacım var, ciddi bir ilişkiyi yeni bitirdim… Çeşitli klişe kalıplarla seni kırmadan uzaklaştırmak istiyorum ama elimde değil; çünkü Türkiye’m sen çok değiştin!!! 

Bunu en iyi anlayabilecek insanlardan biri benim; ben bu dili, dini, kültürü bilmez ve anlamaz iken bile çok daha özgür, rahat ve memleketimde hissediyordum kendimi, şimdi aradan 23 yıl geçti ve artık o rahatlığım yok. Artık hiç kimse kendini evinde gibi hissetmiyor bu ülkede…



Hatalarımız...

İnsan dediğin kusursuz üretilmemiştir. “İnsani” duyuları ile zayıflatılmış varlıklardır. “İnsani” duyular olumlu bir olgu olabilecekken çoğu senaryoda olumsuz olarak karşımıza çıkmaktadır. Nihai amaç da –bence- bu insani duyulardan sıyırılıp hataların farkına varmak ve adım adım bu hataları düzeltmeye yönlenmektir. Hayatımızın amacı –bence- kişisel gelişim de denebilecek bu yolculuktan ibarettir. İyiye ve doğruya ulaşmaya çalışmaktır. Önceki yıla göre daha beklentisiz, daha merhametli, daha bağımsız ve ruhani anlamda daha çok olmakla ilgilidir takvim sayfalarının döngüsü… Ben de insanım ve ben de hatalar ile doluyum. Ben de kalp kırıyorum, ben de yanlış yapıyorum, ben de beni zayıflatan insani duyularımın esaretindeyim. Naçizane farkım ise yalnıczca “farkındalık”tır. Her güne “bugün hangi hatamı” düzeltebilirim diye başlıyorum. Günün sonunda kafamdan o günün bilançosunu geçirdiğimde hangi hatalarımı nasıl iyileştirebilirim diye düşünüyorum. Bu nedenle biraz da olsa ahkam kesmek olarak görülebilecek bu sözleri kaleme dökmeye cesaret edebiliyorum.


Sanatı sevmek

yaratılış, mizaç, kişilik, üflenen ruh ne dersek diyelim çok küçük yaşlardan başlayarak hepimizde var. Bu yüzden farklıyız. Bir çok konuda genellemeler yapılsa da, ırksal cinsiyetçi genellemeler yapılsa da genellemelere uygun değil yapımız. Bu nedenle herkese farklı şeyler iyi gelir. Bazıları derdi olduğunda bıdı bıdı konuşup birilerinden destek alabilir iken bazıları içine kapanır ama depresyona girer yine de onu yaşar, bazıları ise çoook derinlere gömer. küntleşir, tepki vermez, bir şey yokmuş gibi devam etmeye devam eder.. sözde..
Bu yüzden sanatı çok seviyorum. Sanatı sevmek için çok neden var zaten. Her türlü sanat dalı insan "çekilebilir" kılıyor. Verdiğimiz bu kadar zararın arasında doğaya olan saygısızlığımıza rağmen ürettiklerimizle "acaba" dedirttiyor. Acaba insanlık göründüğü kadar kötü değil mi? dedirttiyor. Buna aracı olan da sanatçılar. Bu iyilik algısını tekelinde tutanlar değiller, aracılar. Çünkü her sanat ürününde fersahlarca uzak onlarca binlerce insan kendinden bir paça bulur. Evet der, hissettiğim/düşündüğüm tam olarak da bu der. Sadece diğeri gibi ifade edemez. Bu nedenle sanat göründüğünde de önemlidir. Bazıları için daha da önemlidir. Yaşamak zor değil mi arkadaşlar? Zorlanmayan var mı? Varsa sırrı nedir? Bazılarımız doğuştan yeteneklidir bazılarımız yolculuk sırasında evrilir de bu başarıya ulaşır ama bazılarımız hayatın yükünü paylaşmayı hiçbir zaman tam olarak öğrenemeyiz. Bu yükü bazen tek de taşımak istemeyiz, artık üzülmemek isteriz. Artık ağlamamak isteriz. Bu nedenle gömeriz. Üstünü örteriz, görmezden geliriz. Biliriz ki bir gün bir yerden belki de çok ağır şekilde çıkacaktır ama insanızdır ve elimizden bu kadar gelir. Bu anlarımızda bile, en karanlık ruh durumlarımızda sanat ve yancıları bizi yalnız bırakmaz. Bir film izleriz, bir kitap okuruz, bir resime bakarız ve ağlarız. Ne için ağladığımızı bilmeden ve aslında bilerek... Sanat biraz olsun yükümüzü hafifletir, yolumuza kaldığımız yerden devam edemesek de bataklığa gömülmemize engel olur. Sanat güzeldir be smile